Terziler Gitsinler

Terziler geldiler. Bundan yüz yıl önce. Ellerinde büyük büyük makaslar. Yüzlerinde birazdan kesip biçecek olmanın verdiği mağruriyetle. Terziler geldiler. Büyük bir dev vardı önlerinde. Savaştan henüz çıkmış olan bu devin üstü başı harap vaziyetteydi. Kolları hemen sıvadılar. Başladılar kesmeye. Ne ölçü almak var ne mezura. Öyleydi ya, bu büyük bedeni ölçmeye muktedir değillerdi. Devin üzerinde eski bir miltan. Eprimiş, yer yer sökük. Terziler bu eski miltanı çekip alıverdi bedenden, ama beden bu ya üryan durmaz. Terziler başladılar buldukları parçaları yamamaya. Ne buldularsa geçirdiler bu bedene. Çirkin mi çirkin birşey ortaya çıktı. Gülünç duruma düşmüştü artık bu dev. Terzilerden son bir dokunuş. Ayakta iskarpin, bacakta şalvar, daha üstünde redingot, bir de fötr şapka! 

Dev durumu garipsemedi değil. Bu maskaralığı ilk fark eden basireti henüz sönmemiş olan gözlerdi. Bedene birşeylerin yolunda gitmediğine dair sinyalleri veren de yine onlardı. Terziler, kendilerince bir iş başarmış olmanın verdiği sarhoşlukla, mağrur mağrur seyrederken bu devi, gözlerin açıldığı haberini aldılar. Zanaatlarına gelebilecek herhangi bir müdahalenin olasılığıyla küplere bindiler. Derhal bu gözleri büyükçe makaslarıyla oydular. Artık bu dev, kördü. Üzerine ne yama yapılıyor, hangi avreti açılıyor göremiyordu. Yıllar geçti, 10 yıl, 20 yıl, 40 yıl, 60 yıl, 90 yıl... Yıllar geçti fakat terziler geçmedi. Birbiri ardına geldiler. Her gelen terzi bir öncekinden daha iştahlıydı. Kollarını çemreyip, her seferinde başlıyorlardı kendilerince en doğru elbiseyi dikmeye. Terziler aynı kulvarda koşar, birbirlerine üstünlük taslar ve birbirlerinin diktikleri hiçbir şeyi beğenmezlerdi. Kimisi, elbisenin omuzları çok geniş deyip daraltıyordu. Ama bu kez de kollar kısalıyordu. Kimisi de paçalar çok uzun deyip kısaltmaya kalkınca dizlere kadar çıplak kalıyordu bu dev. Zavallı. Olan bitenden haberi yoktu. Her gelen terziyi büyük bir şevkle, kutlamalarla, törenlerle karşılıyor, belki kışın ayazından yazın sıcağından bizi koruyabilecek elbiseyi bir sonraki diker umuduyla peşi sıra gelen terziyi bağrına basıyordu. Ama ne çare.. Derdine derman elbiseyi hiçbir terzi dikemiyordu. Dev, terzilerin elinde canlı cenazeye döndü. Artık bu dev sadece nefes alıyor hale geldi.



Halbuki dolapta yüzyıllardır katlı duran incili kaftanı vardı bu devin. Kışın ayazından onu korur, yazın sıcağında onu serinletirdi. Ne çok dar ne de boldu. Göğün kokusu sinmişti üzerine. Gökten indirilmişti çünkü. Onu yapan, en uygun ölçülerle dikmişti. Tam bu bedene göreydi. Gökten inerken bu kaftan, yıldızlar yapışmıştı üzerine. Hala parıl parıl parlamaktalar hatta. Fakat öylece katlı durur durduğu yerde. Terziler asla erişemediler bu incili kaftana. Onların yırtıcı makasları hiçbir yerinden ısıramadı onu. Terzilerin ödü kopmakta. Ya bu bedenin aklına dolabı açıp bakmak gelirse? Ya güzelim incili kaftanını üzerine geçiriverirse? Terzilere o zaman ne olurdu, nereye giderlerdi, paçavralarını hangi tezgahta pazarlarlardı?

Terziler geldiler. Beraberinde bir ton karanlıkla. Geldiler. Bir daha hiç gitmemek üzere and içmişçesine. Terizler geldiler. Her şeyi düzeltmeye kalkışıp her şeyi mahvettiler. Geldiler, avretimizi açtılar, gözümüzü oydular, bizi soydular. Terziler hala burdalar. Terziler artık, artık gitsinler.

-SON-

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüfek, Mikrop ve Çelik

Su ve Ateş

Something Inside Us