Tüfek, Mikrop ve Çelik


Enfal Suresi'nde insanlara çağrıda bulunan bir ayet var. Bu ayette henüz ortaya çıkarılmamış birçok hazine bulunuyor. Ayetin meali şöyle: "Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvet hazırlayın." Bu ayet Müslümanlar Bedir Savaşı'nı kazandıktan sonra indirilmiştir. Bedir Savaş'ı bitmiş, Müslümanlar kazanmış, düşman alt edilmiş ve birçok ganimet elde edilmişti. Müslümanların sevinç ve kutlama günüydü. Uzun zamandan beri ilk kez böylesine büyük ve güzel bir haber almışlardı. Ve Allah bu zaferden hemen sonra dedi ki "Onlar için kuvvet hazırlayın." Aslında Allah'ın bu ayeti savaştan önce indirmesini bekleriz, savaştan sonra değil. Ama Allah, onlar zafer kazandıktan sonra kuvvet hazırlamalarını emir buyuruyor. Aslında Allah azze ve celle burada düşmanın tekrar geleceğini, saldırıların bitmeyeceğini bildirmiş oluyor. Ayrıca bu emirle, bu zaferin gelecek savaş için yeterli olmadığını, daha fazla hazırlığa ihtiyaç olduğunu belirtiyor. Çünkü her zaferin ardında bekleyen yeni mücadele daha çetin olur. O yüzden Müslümanların acilen hazırlığa başlamaları gerekiyordu.


Peki Müslümanlar nasıl hazırlanmalıydı? Allah azze ve celle, Müslümanlar için güç niteliğinde ne varsa hepsini edinmelerini istedi. Bu ayette geçen kuvvet kelimesinin manası kısıtlanmamıştır. Allah dileseydi "Daha fazla silah edinin, ordunuzu daha iyi donatın." diyebilirdi ama bu şekilde özelleştirmedi. Daha ziyade, güç olabilecek ne varsa hepsini hazırlamalarını emretti. Buradaki ilk göze çarpan şey Allah'ın, bizim hazırlık yapma aşamasının dışına çıkmamızı istememesi oluyor. Çünkü savaş kazanıldıktan ve hazırlık bittikten sonra bir diğer hazırlık aşaması acilen başlatılıyor. Burada dikkat çeken ikinci şey ise güç/kuvvet dediğimiz şeyin sadece tek bir anlamı olmadığı, sadece tek bir şeye tekabül etmediğidir. Bizlerin de güç dediğimiz şeye tek bir anlam yüklemeyi bırakması gerek. Mesela günümüzde derin düşünemeyen birçok insan seçimleri kazanmanın güç olduğunu düşünüyor. Lakin eğer biraz politika, ekonomi ve dünya dengelerinin işleyişi hakkında bilgileri olsaydı seçim kazanan kimselerin güç sahibi olmadıklarını, sadece birer kukla olduklarını bilirlerdi. Seçilen kimselerin arkasında çok daha güçlü bir takım adamlar olduğunu, bu adamların görünmez olduklarını ve seçim kazanan kimseleri kamuoyuna güçlü olarak lanse ettiklerini bilirlerdi. Bu asıl güç sahibi görünmez adamlar liderleri birer kukla gibi oynatmakta ve artık amaçlarına hizmet etmeyen kimseleri koltuktan indirmekte, başka birini getirmekteler. Seçecekleri yeni kişinin hangi partiye ait olduğu umurlarında değildir çünkü onlar kendi gündemlerini zaten belirlerler, ki bu da zaten güçlü olmaya özgü bir niteliktir. Özellikle genç Müslümanların dikkatini çekmesi gereken şeylerden biri buydu; yani gücün spesifik bir tanımı olmadığı. Çok büyük bir ordunun olup olmaması önemli değil. Gücü elinde tutan ordu değildir çünkü, onu kontrol edenlerdedir. O ordunun kime karşı çıkarılacağına ve namlunun kime doğrultulacağına karar verenlerdedir. Hatta bu kararların alınacağı yerdedir. İşte asıl güç bunlardadır. Allah azze ve celle ise Müslümanlara "Kuvvet edinin." diyor. Bu öyle bir emirdir ki her Müslümanın bu ayet üzerinde durması "Acaba ben nasıl güç elde edebilirim?" diye uzun uzun düşünmesi gerekir.


Allah azze ve celle bu emrinden sonra "..besili atlar hazırlayın." emrini indiriyor. Şimdi bu durumu Nebi'nin (sav) sireti üzerinden düşünelim. Bilindiği üzere Rasul (sav) Mekke'den Medine'ye hicret etti. O zamanlar Medine'de ekonomik kriz yaşanıyordu. Medine'nin genelini zengin Müslümanlar oluşturmuyor, bilakis çok ama çok fakir olan Müslümanlar bulunuyordu. Muhacir topluluk göçmen olmaları hasebiyle tüm mal varlıklarını yitirmişlerdi. Muhacire ev sahipliği yapan, onlara kapılarını açan Ensar ise açlık sınırında yaşıyordu. Daha sonraysa muhtaç olmalarına rağmen kendi mallarını paylaştıkları göçmenler kabul etmişlerdi. Medine'de ki durum tam olarak buydu. Allah azze ve celle ise onlara besili atlar hazırlamalarını emretmişti. Peki besili at ne demekti? Arap yarımadasında atlar olağanüstü pahalıydı. Allah azze ve celle bir tane, iki tane veya birkaç tane mi at hazırlamalarını istemişti? Hayır, Allah yüzlerce at istemişti. Atlar ilk önce satın alınmalıydı. Daha sonra savaşa katılacakları için iyi beslenmeliydiler. Bir at ne kadar hızlı ve güçlü idiyse o kadar pahalıydı. Bu da Müslümanların maddi açıdan iyi olmalarını gerektiriyordu. Sadece atları satın almaları değil, onlara kalacak bir yer de sağlamaları lazımdı, yani ahırlar. Sadece bunlarla da bitmiyordu; atları beslemeleri için ekine gereksinimleri vardı. Atların kaldığı yeri temizlemek için de bir sistem kurmaları gerekiyordu. Atları eğitecek, onlarla ilgilenecek ve temizliğini yapacak bir insan kaynağı da olmalıydı. Bilindiği üzere atların nala ihtiyaçları vardır. At nalı üretecek bir endüstri gerekiyordu. Nallar için de elbette ki metal ham madde, bazı gerekli materyaller ve araç gereç lazımdı. At nalının üretileceği bir fabrika kurmaları gerekti. Daha sonra atlara binmeleri için eyere de ihtiyaçları olacaktı. Bu eyerleri kim yapacaktı? Bunun için gerekli olan deri nereden alınacaktı? Tüm bu adımlar gerçekleştirildikten sonra ise atları sürecek genç süvariler yetiştirmeleri gerekiyordu. Tüm bunlar Allah'ın "..besili atlar hazırlayın." emrinin yerine getirilmesi için gereken adımlardır. Yani "Kuvvet hazırlayın" emrini duyunca "Haydin cihada!" diye ayaklanan kimselere "Bir dakika" denmelidir. Allah azze ve celle "Besili atlar hazırlayın" buyurduğunda sadece atlar kısmını değil, bu emrin aynı zamanda besili atların hazırlanmasına olanak sağlayacak olan ekonomik mekanizmayı da kapsadığını anlamalıyız. Çünkü besili atlar hazırlamak zayıf bir ekonomi ve küçük yatırımlarla olacak iş değildir. 


Günümüze gelecek olursak, Müslümanlar bugün krizdeler. Son dönemde yaşanan olaylar gösteriyor ki dünya nüfusunun %20'sinden fazlasını oluşturmamıza rağmen soykırımın durdurulması için hep birlikte bağırıyor oluşumuz hiçbir işe yaramıyor. Ve hepimiz biliyoruz ki bu soykırım gayrimüslimlerin de tepkisinden ötürü ciddi bir mesele olarak kabul gördü. Dünya bu olayı biraz daha ciddiye alıyor ama bu bizlerin "Masum sivilleri öldürmeyin!" tepkisinden ötürü değil (çünkü Müslümanlar bunu 70 yıldır zaten söylemekteler), TikTok'ta "Olanlara inanamıyorum.." diye ağlayan sarışın kızdan ötürüdür. Bu şunu kanıtlıyor: Ne kadar çığlık atarsak atalım, aslında kimse duymuyor. İnsan ise ancak güçsüz olduğu zaman duyulmaz. Bir insan güçsüz olduğu vakitler ne kadar bağırırsa bağırsın, hiçbir fark yaratamaz. Ama kişi güçlü biriyse eğer, bazen ağzını açmasına bile gerek yoktur. Ailesi efradında güçlü kabul edilen birinin  ortama girmesi yeterlidir, herkes farklı davranmaya başlar. Bu açıdan baktığımızda biz Müslümanlar için kabullenmesi zor bir gerçekle yüzleşiyoruz: Güçten düşmüş bir haldeyiz ve bu güçsüzlüğün vermiş olduğu çirkin bir hisle yüz yüzeyiz. Bilhassa erkekler bu noktaya dikkat kesilsin: Bir işe giremediğinizde, ailenizin geçimini sağlayamadığınızda, hatta kendi kişisel bakımınızı yerine getiremeyecek duruma düştüğünüzde bunun ne kadar alçaltıcı bir durum olduğunu biliyorsunuz değil mi? Birinden borç almak zorunda kaldığınızda, faturalarınızı kardeşleriniz ödediğinde bu durumun bir adam için ne kadar gurur kırıcı olduğunu biliyorsunuz. Halk arasında "Bir adamın izzeti kimseye muhtaç olmamasıdır" diye bilinir. Eğer erkekler Allah'ın onlara verdiği izzeti ve öz saygıyı yitirmemişlerse, bu onura sahiplerse, başkalarına al açmak onlar için ölüm gibidir. Şimdi de kendimize bir ümmet olarak bakalım. Bizler her zaman başkalarına yalvarır pozisyonda değil miyiz? "Lütfen durdurun, lütfen yapmayın, lütfen bizi duyun" diye ağlayarak kapılarında dolaşmıyor muyuz? Bu tam da bizim şu anki  halimiz değil mi? Allah ise bize "Kuvvet hazırlayın" diyerek çok etkili bir ayet indirdi. Ve Allah azze ve celle bunun yolunu da gösterdi: Bir endüstri inşa ederek. Fakat problem şu ki, bugünün modern dünyasında Müslümanlar hep şu telkinlerle büyütülüyorlar: Okula gideceksin, iyi notlar alacaksın, meslek edineceksin, paranla ailene destek olacaksın, daha sonra evleneceksin, ev alacaksın, araba alacaksın, çocukların olacak... Böylelikle bütün bir hayat paranın nereden geleceğiyle ilgilenmekle akıp gitmiş oluyor. Arada sırada sosyal medyada ümmetin problemleriyle ilgili paylaşımlar yapmakla da görevimizi ifa etmiş oluyoruz(!). Yani Müslümanlar kendi hayatlarına çok fazla odaklandıkları ve büyük düşünmedikleri için, evet tam olarak bunun yüzünden gücümüz yok! 


Allah azze ve celle dünyada bir sistem var etti ve bu sistem her daim varlığını sürdürmekte. Nebi'nin (sav) döneminde de aynı sistem geçerliydi. Örneğin Nebi'nin (sav) siretinde en büyüleyici olaylardan birisi olan hicret Ebu Bekir'in destekleri neticesinde gerçekleşti. Binek hayvanlarını, yol rehberini, yolculuğu fonlayan oydu. Çünkü Ebu Bekir (ra) iş hayatında başarılı bir kimseydi ve servetini İslam yolunda kullanmaya muvaffak olmuştu. Nebi (sav) çalışmayı bırakıp sadece tebliğ görevine odaklanmıştı. Bir insan işsizken nasıl olur da tüm zamanını tebliğ yaparak geçirebilir? Evet, bunu başarabildi çünkü Hatice (r.anha)'nın Nebi'yi (sav) destekleyen bir serveti vardı. Bu yüzden Nebi (sav) rahatça kendi görevine odaklanabildi. Yani olabilecek en soylu görevin arkasında bile finansal bir destek vardı. Günümüzdeki Müslümanlar da sağlam finansal gelir kaynakları, sağlam bir ekonomi inşa etmek zorundalar. Bu mesele asla dünyevi bir mesele değildir. Çünkü Allah  azze ve celle bize kuvvet hazırlamamızı emretti ve kuvvet de ancak mal varlığıyla hazırlanır. Aramızda Allah'ın başarı ihsan etmiş olduğu iş adamları var. Bu insanlar diğer insanlarla iş birliği içerisinde olup birlikte ekonomik bağlar kurmalı, güç kazanmalılar. Paranın Müslümanların elinde dolaşması gerek. Örneğin araba tamir edilecekse Müslüman bir kimsenin dükkanında halledilmeli. İhtiyaçlar Müslüman kimselerin mağazasından giderilmeli. Müslümanların ticareti başarıya ulaşınca çok daha fazla sayıda Müslüman istihdam edilebilir. Böylelikle ekonomik büyüme gerçekleşir ve birçok insan ve yerel kurumlar finansal açıdan güçlenmiş olur. 


Bizler, politikacılara yön vermek için onlara milyonlarca dolar akıtan İsrail lobileri hakkında homurdanıp duruyoruz mesela. Ama şu soruyu hiç sormuyoruz: "Bu kadar parayı nereden buldular?" Bir de akla şu soru geliyor, "Eğer bizim bunca paramız olsaydı, verir miydik? Politikayı yönlendirmek için mi paramızı harcardık yoksa bir sonraki tatil için mi?" Müslümanların zihni, kuvvet edinme kavramı üzerinde çalışmıyor maalesef. Lakin güç kavramının  ne manaya geldiğini anlamış olan gayrimüslimler sürekli yatırım yapıyorlar. Medyaya, eğitime ve ticarete yatırım yapıyorlar. Bu üç şeye yatırım yaptıkları için de politikayı bile kontrol edebiliyorlar. Medyayı, ticaret yollarını, eğitim-öğretimi kim kontrol ediyorsa onun politika üzerinde devasa bir etkisi vardır. Eğer Müslümanlar da güç edinmeye çalışıyorlarsa, bu gücün  arkasında ne olduğunun bilincinde olmalı ve güç edinmeye oradan başlamalılar. Müslümanlar bu türden bir gücü ele geçirdiklerinde ne olacağını biliyor musunuz? Allah'ın düşmanları korkuya kapılacak! "Onunla Allah düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve sizin bilmediğiniz Allah’ın bildiği (gizli düşmanlarınızı) korkutursunuz." 


İngiliz ve Fransız sömürgeciler İslam coğrafyasını işgal ettiklerinde, Müslümanların ne kadar zayıf olduklarını anlamışlardı. İşgal ettikleri coğrafyalardan çekilirken arkalarında Müslümanların asla ekonomik olarak bağımsız olamayacakları bir sistem bırakmışlardı. Müslümanlar her daim onlara borçlu olmalıydılar, onlara el açmalıydılar. Onlar geri çekildikten sonra bile Müslümanlar dilenir pozisyonda kalmalıydılar. Kafirler tüm girişimlerini, servetlerini, imparatorluklarını Müslümanların alın teri üzerine kurdular. Fakat buna rağmen Müslümanlar paçavra şeylere tenezzül eder haldeler. Bu netice onların planıydı. Askeri güç eksenli planlar değil, ekonomik güç eksenli planlar kurdular. Bir İslam coğrafyası olan Güney Asya İngilizler tarafından sömürge haline getirildi. İngilizlerin ne kadar küçük bir toplum olduğu aşikar. Bu kadar azınlık bir topluluk nasıl oldu da bu denli büyük bir nüfusu kolonize edebildi? Tarihsel bilgilere şöyle bir göz atıldığında şu fark edilecek ki İngilizler ticari girişimlerinde çok stratejik davrandılar. Ticaret sayesinde güç elde ettiler. Evet, tam olarak bunu yaptılar. Onlar bu güç dengelerini çok iyi idrak etmişlerdi. Bugün dünyada vuku bulan savaşların ve krizlerin çoğu ekonomik sebeplerdendir. Müslümanlar bu gerçeği asgari seviyede bile anlasalar, bir mescidin bile onların hayatında oynadığı rol değişecektir. Elbette bir mescitte din öğretilmeli, namaz kılınmalı ama aynı zamanda orada gençlerin nasıl girişimci olacakları ve nasıl bir ticaret yürütebilecekleri de öğretilmeli. Gençler mescitlerde tecrübeli iş adamlarından ve tüccarlardan dersler almalı. Mescitlerde insanlara meslek eğitimi verilmeli. Çünkü biz Müslümanların birlikte güç hazırlayacağımız bir yere ihtiyacımız var. Mesela bir beldede bulunan Müslüman topluluk 10-15 yıl içerisinde o beldenin ekonomik olarak en güçlü topluluğuna dönüşmeli. Bunu hep birlikte başardığımız zaman, işte o zaman biz politikacıların ayaklarına değil, onlar bizim ayağımıza gelecektir. Allah bize açık seçik bir yol gösterdi; güç edinmek, düşman korkutmanın tek yoludur. 


Ayette geçen korkutulacak olan düşmanlar evvela Allah'ın daha sonra ise bizlerin düşmanları olmakla vasıflandırılmış. "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve (cihad için tahsis edilmiş) besili atlar hazırlayın. Onunla Allah düşmanlarını, kendi düşmanlarınızı ve sizin bilmediğiniz Allah’ın bildiği (gizli düşmanlarınızı) korkutursunuz." Allah azze ve celle evvela Kendini sonra bizi zikrediyor: "Allah'ın düşmanları", "kendi düşmanlarınız." Bunun nedeni şudur: Allah bizlere güç edinmemizi emrederken, kendimiz uğruna, kendi düşmanlarımıza karşı yapmamızı söylemiyor. Bilakis, bu Allah uğrunda üstlenilmesi gereken bir misyondur. Bunun için kuvvet hazırlarız, bunun için gençleri eğitip onlara ön ayak oluruz, bu yüzden infak ederiz, bu yüzden büyüyüp gelişmek isteriz. Müslümanların bugün ki hali pürmelali ise zıt bir istikamette ilerliyor. Aramızda başarılı bir Müslüman varsa herkes o iflas edene kadar ona saldırır. Başarılı birileri varsa çevremizde, onların niyetini ve dürüstlüğünü sorgulamaya başlarız. Eğer biri bir restoran işletmeye başlar da başarılı olursa haset eder, ona o pozisyonu yakıştıramayız. Bizde iş büyütmenin yolu başka birinin işini batırmaktan geçiyor. Bu durum ancak, biz birbirimize düşman olduğumuz, birbirimizi rakip olarak gördüğümüz zaman ortaya çıkar..  Kardeşler arasında bile bu durum yaşanıyor, bir kardeş başarılı olduysa diğeri ona düşmanmış gibi bakıyor, başarısını kabullenemiyor. Oysa Allah'ın bildirdiği üzere kafirler bile birbirlerinin velisi oluyor, birbirlerini destekliyor ve güçlerini birleştiriyorlar. İçlerinden başarılı olan kimseler bu başarının meyvesini kendi halklarına geri iade etme derdindeler. Bu tam olarak velayetin arkasında yatan mantıktır. Bizler ise öyle bir kültüre sahibiz ki içimizde taşıdığımız haset yüzünden adeta bilinçli olarak birbirimizin ayağını kaydırmaya çalışıyoruz. Şu kesinkes bilinmeli ki velayetin ardında yatan mantığa sahip olmadığımız müddetçe asla ve kata kuvvet hazırlayamayacak, güç kazanamayacağız. Düşmanlarımızın bize yaptığı en etkili şey bizleri bombalamak değildi. Bize yaptıkları en büyük saldırı medya da değildi. Bize yaptıkları en büyük saldırı, en büyük vurgun aramıza nifak tohumu atmaları ve bizi parçalamalarıydı. çünkü Müslümanların müttefik oldukları, birbirlerinin velisi gibi davrandıkları zaman başlarına neyin geleceğini çok iyi biliyorlardı. Onları bizim kardeşliğimizden daha fazla korkutan bir şey hiçbir zaman olmadı.. Bu yüzden tüm güçleriyle Müslümanların arasında tefrika, şüphe ve nefret oluşturdular. Bu yüzden mescitler arasında, tebliğ organizasyonları arasında, iş yerleri ve hocalar arasında bile bir yarış var. Eğer biz bu tuzağa habire düşmeye devam edersek, ağlayıp dövünmeye, bağırıp çağırmaya devam edeceğiz ve kimse de bizi duymayacak. Çünkü zayıf kalmaya, güçsüz kalmaya devam edeceğiz demektir. Allah azze ve celle bizleri şeytanın bu tuzağına düşmekten korusun, bizleri birbirimizin gerçekten dostu kılsın. 


Bundan sonra ne yapılmalı? Müslümanlarla her bir araya geldiğinizde, daha önce tanışmadığınız birisiyle tanışın. Neler yaptığı ve ne işle uğraştığı hakkında bilgi edinin. Yardım alabileceğiniz ve yardım edebileceğiniz hususları keşfedin. Yardım etmek bazen sadece bir tavsiyeyle olur. Bazen sadece birini başka biriyle tanıştırmakla olur. Birbirimize destek çıktığımız zaman bir yıl içinde olacak olan büyümeyi, ne kadar güçlü bir topluluk olacağınızı hayal edebiliyor musunuz? Bu imkansız bir şey değil. Bunun bugün gerçekleşmiyor olması bizim velayet konusunu ıskalıyor oluşumuzdan. Bu bağları kurma fikri üzerinde durmuyor oluşumuzdan. Selam verip olabildiğince hızlı bir şekilde uzaklaşıyoruz birbirimizden. Bunun yerine her toplanma meclisini dostluk ve ittifak kurmak için bir fırsat bilmeli. Allah azze ve celle bu ümmete zafer ihsan etsin.


ÖNEMLİ: N. Ali Khan'ın bir hutbesinin çevirisidir. Hutbenin orijinali aşağıdaki linktedir:

Original version














Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Su ve Ateş

Something Inside Us