Sırat-ı Mustakim
Bismillah. İstikamet hakkında konuşarak başlayacak ve sonra nasıl istikamet sahibi olacağımıza dair pratik uygulamalara geçiş yapacağım. Evvela, istikamet nedir? İstikamet, "sabit kalmak" manasına geliyor. Allah Kur'an'da sadece namaz kılmaktan değil, namazı "ikame" etmekten, yani onun üzerinde sağlam ve sabit kalmaktan bahseder. Yani istikamet, bir şeyi sağlam bir şekilde yerine getirmek veya bir şeyde sabit kalmak anlamına geliyor. Daha iyi çağrışım yapması adına fiziksel dünyadan örnek vermek gerekirse: eğer sabit bir ağaca bakarsanız onun istikamet sahibi olduğunu görürsünüz. Çünkü o ağaç rüzgar esse de sabit ve sağlam kalır. Ona bir kasırga isabet etse de sabit kalacaktır. Bizim sorumuz ise şu: Nasıl böyle olabiliriz? İstikamet denince, ıstılahi olarak imanımızda ve ibadetimizde sebat etmek kastedilir. Allah celle ve ala iki kesimden bahsediyor; iman edenler ve salih amel işleyenler. Allah celle ve ala imanı amel ile eşleştiriyor. İki türlü şeyden sorumlu olduğumuzu biliyoruz; dahili olanlar ve harici olanlar. Dahili kısım imandır, diğer bir deyişle kalbin ibadetleri. Kalbin de bir ibadeti vardır, uzuvların, dilin, kulakların ve gözlerin de. Yani bir dahili bir de harici ibadetler vardır. Dahili kısım imanımızla, Allah hakkındaki zannımızla, Allah'a olan bakış açımızla, hayatta karşılaştığımız şeylere içsel olarak nasıl tepkiler verdiğimizle ilgilidir. Yakinimiz ve şüphemiz de dahilidir (içsel). Bir de bizim namazlarımız, Kur'an tilavetimiz, kulaklarımızı ve gözlerimizi korumak gibi ibadetlerimizin harici kısmı vardır. İstikamet sahibi olabilmemiz için hem dahilde ve hem de hariçte istikamet sahibi olmamız gerek. Bu ikisi zaten birbiriyle bağlantılıdır. Nebi (sav) şöyle buyuruyor: "Şüphesiz ki cesette bir et parçası vardır. O salah buldu mu tüm ceset de salah bulur. Ve fesada uğradı mı tüm ceset de fesada uğrar. Dikkat edin! O, kalptir." Bu hadisten insanı yöneten şeyin zihin olmadığını öğreniyoruz. Bu biraz tuhaf gelmiş olabilir çünkü birçok insan zihinlerinin kalplerini kontrol ettiğini söylüyor. Aslında zihninizi kontrol eden kalptir. Ne tür bir kalbe sahip olduğunuz düşüncelerinizi ve davranışlarınızı yönlendirir. Yani zihin aslında kalbin bir kölesi olmuş oluyor. Eğer kalp fesada uğramışsa zihin de fesat çıkarmak üzerinde düşünür. Şayet arınmışsa, cesedin geri kalanı da arınmış olur. Nebi (sav)'in "tüm ceset salah bulur" ifadesi ne manaya geliyor? Bu amellerimizin de doğru olacağı anlamına geliyor. Kalbinizi arındırdığınızda, ona özen gösterdiğinizde, onu beslediğinizde, onu düzelttiğinizde, bu kalbi amelleriniz takip edecektir. Kalp fesada uğradığında, acıktığında, özen gösterilmediğinde ve oksijenden mahrum kaldığında elbette ki davranışlar/ ameller de fesada uğrayacaktır.
Sahih bir hadiste Aişe (r.anha) şöyle söylüyor: Eğer ilk inen ayetler "alkol içmeyin, zina etmeyin" olsaydı, insanlar şöyle derdi, "biz asla alkolden vazgeçemeyiz, biz asla zinadan vazgeçemeyiz." Fakat ilk inen ayetler haramların ve helallerin hükümleri değildi. Eğer Kur'an üzerine çalışır da Nebi'nin peygamberliğinin başlangıcında inen ayetler ile Medine döneminde inen ayetleri kıyaslarsanız farklı olduklarını görürsünüz. Mekki ayetler Medeni ayetlerden temaları/konuları bakımından çoğunlukla farklıdır. Mekke'de inen ayetlerin teması Allah'a karşı takva oluşturmak, Allah ile bağ kurmak, mahşer günü, vesairedir. Hesap vereceğimizi, bu hayatı yok yere yaşamadığımızı, bir gayemiz olduğunu, Allah'ın birliğini, ölümden sonra hayatı, Allah'ın kim olduğunu öğreniyoruz Mekki ayetlerden. Tüm bu ayetler bizde bir temel bina ediyor. İşte bu da istikametin temelidir. Eğer ağaç örneğine tekrar dönersek; Allah celle ve ala İbrahim Suresi'nde güzel sözü güzel bir ağaca benzetiyor. Allah bu güzel ağacı şöyle tasvir ediyor: "Kökü sabit, dalları ise gökyüzüne ulaşmış güzel bir ağaç.." Ancak sabit kökleriniz varsa büyüyebilir ve yükselebilirsiniz. Bir ağaç uzadıkça, kökleri daha da derinlere inmeli. Allah'ın bir ağacı nasıl dizayn ettiğine bakarsanız eğer, ağaç ne kadar uzunsa köklerinin de daha derinde ve daha geniş yelpazede salındığını keşfedersiniz. Dağların da temelleri vardır. Bir dağ ne kadar yüksekse kökü daha da uzundur. Sabit, sağlam ve istikamet sahibi olmak için her şeyin sabit bir temele ihtiyacı var.
Allah'ın bize ve sahabeye verdiği eğitim kurallarla değil Allah ile sıkı bir bağ oluşturmayla başladı. Peki ne demek oluyor bu? Allah ile sıkı bir bağınız olduğunda hesaba çekileceğinizi bilirsiniz, Allah'a karşı sevginiz ve korkunuz olur, takva sahibi olursunuz, tevekkül edip Allah'a güvenirsiniz. Allah sizi sınadığında veya bir emir verdiğinde de istikamet sahibi olursunuz. Nedeni ise sağlam bir temeliniz olduğudur. Ağaç örneğine tekrar bakalım; eğer ağacın sağlam bir temeli varsa ve rüzgar da esiyorsa, ne olur? Elbette yapraklar, dallar sallanabilir ama ağaç ayakta kalır. Peki derin kökleri olmayan ağaca ne olur? Rüzgar onu devirecektir... Bir insan derinlere kök salacak şekilde yetiştirilmediği zaman başına ne gibi şeyler geldiğini söyleyeyim..
İslam'da insanları yetiştirirken belli bir metot kullanılıyor. Buna "kural odaklı/ayıplama metodu" diyebiliriz. Ne kastettiğimi açıklayayım. Büyümekte olan bir çocuk olduğunuzu düşünün, öğrendiğiniz tek şey haramlar, cehennem, bu haram, şu haram.. Size yöneltilen "eğer haram işlersen cehenneme gidersin" söylemleri.. Çocuklar aynen böyle yetiştiriliyorlar, ama niye? Elbette haram olan şeyler vardır, cehennem ateşi bir hakikattir, Allah'ın gazabı vardır, tüm bunlar doğru. Fakat niçin tüm bunlar Allah'ın rahmetinin üzerinde anlatılıyor? Niçin çocuklarımıza Allah'ın en merhametli olduğunu öğretmiyoruz? Hatta hata bile yapılsa tekrar dönüş yapılabildiği neden bize öğretilmiyor? Maalesef bunun cevabı bizim bazen çocukların davranışlarını kontrol etmek istememizdir. Kontrol etmek için "korkutmalısın" mantalitesi var. Fakat bu mantalite geri tepiyor.. Nasıl geri teptiğini biliyor musunuz? Birinin davranışlarını kontrol etmek için yanlış korkutmalar ve ayıplamalar yaptığınız zaman derin kökler inşa edemezsiniz. Sadece insanların kaçmasına sebep olursunuz. Misal şunu düşünün, sürekli size "dikkat et yoksa polis seni hapse atar" denilen bir evde büyüyorsunuz. Yani size polisten korkmanız öğretiliyor. Çünkü polisin korkulması gereken öfkeli korkunç bir varlık olduğu düşünülüyordur. Bu her gün size telkin ediliyor: "dikkat et, bak polis orda, seni almaya geldiler, hata yapmasan iyi edersin"... Böyle durumda belki polisten kaçabilirsiniz ama ona yakınlaşmak ister misiniz? Polisin en yakın arkadaşı olmak ister misiniz? Sorunlarınızı polise açabilir, ona sır verebilir misiniz? Başınız sıkıştığında polisten yardım isteyebilir misiniz? Cevap hayır olacaktır. Çünkü polise güvenmiyorsunuzdur, polisin sizi sadece cezalandıracağı söylenmiştir. Yani kullanılan bu metot bizde istikamet oluşturmuyor bilakis bizi ürkütüp kaçırıyor. Birçok insan böyle yetiştirildi, büyüdüler ve Allah ile hiçbir şey yapmak istemez hale geldiler. Aksine Allah'tan ve dinden uzaklaşmak istiyorlar. Çünkü onlar her şeyin haram oluğunu, ne yaparlarsa yapsınlar cehenneme gideceklerini, yaptıkları her şeyin yanlış olduğunu, hal böyleyken de uğraşmaya değmediğini, küçük bir hatada bile cezalandırılacaklarını, yani Allah'tan ve dinden tümüyle uzaklaşmak gerektiğini düşünüyorlar. İşte böyle ters tepiyor çünkü inşa ettiğiniz şeyin derin ve sağlam bir temeli yok. Zeminin üzerinde temelsiz bir bina dikmeye çalışıyorsunuz. Bir yere bir inşaat yaptığınızda muhakkak temel atmalısınız, eğer ilk önce temeli inşa etmezseniz bu bina bilhassa depremlerin yoğun olduğu yerlerde ayakta kalamayacaktır. Mesela Japonya'da depremin sarsıntılarına dayanıklı binalar inşa ediyorlar. Özel temeller inşa ediyorlar ki yeryüzü sallandığında binaya hasar gelmesin. Biz de bu temelleri psikolojik ve ruhsal olarak atmalıyız ki hayatın sarsıntılarında ayakta kalalım. Allah celle ve ala buyuruyor ki, "Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onların başına çeşitli yoksulluklar ve musibetler geldi Öylesine sarsıldılar ki.." Bu insanlar öylesine sarsıldılar ve test edildiler ki devamında şöyle dediler, "Rasul ve onunla beraber olan müminler 'Allah'ın yardımı ne zaman?' dediler. Dikkat edin! Şüphesiz ki Allah'ın yardımı yakındır." Allah'ın yardımı yakındır, Allah yakındır, O bize şah damarımızdan daha yakındır. Yani Allah'ın sadece var olduğunu değil aynı zamanda yakın olduğunu öğreniyoruz. Ama bazen sarsılacağız.. Bir bina depremde nasıl sağlam kalabilir? Cevabı ne tür bir temele sahip olduğunda saklı. Allah ile aranızda nasıl bir temel var? Yani test edildiğinizde, ki kesinlikle çeşitli şeylerle test edileceksiniz, sabit kalabilecek misiniz?
Aişe (r.anha) ilk inen ayetlerin alkolü, zinayı yasaklamadığını aktarıyor. Nedeni henüz insanlarda bir temelin atılmamış olmasıydı, o insanların henüz kökleri yoktu. Yani insanlara başlangıçta kuralları sunarsanız onlar kurallara uymayacak ve istedikleri şeyi yapmaya devam edeceklerdir. İşte bu birçoğumuzun yaptığı hata.. Çoğumuzun nasıl yetiştirildiğine ve kendi çocuklarımızı nasıl yetiştirdiğimize bakın. Temel atmak yerine kuralları öne sürüyoruz. Allah ile bağ kurmakla, O'nu sevmekle, Allah'a güvenmenin gerçekte ne olduğuyla ilgilenmiyoruz. Hani nerede çocuklara öğretiliyor bunlar? Çocuklara öğretilen tek şey "bunu yemek haram, bunu içmek haram, böyle giyinmek haram, bunu söylemek haram, bunu yapmak haram".. bu kadar. Aişe (r.anha)'nın söylediği gibi, bu uygulanan metodun sorunu geri tepiliyor olması. Eğer Allah, kullarını terbiye ederken kurallar koymakla başlasaydı sahabe olacak insanlar bile yapamayacak, reddedeceklerdi. Ama Allah kurallarla başlamadı. Kur'an'ın son cüzü hemen hemen Mekki ayetlerden müteşekkildir. Peki bu son cüz kurallar barındırıyor mu, içerisinde fıkıh var mı? Hayır yok. Son cüz tamamıyle ahiretle, Allah ile, insanların Allah ile olan ilişkileriyle, insan psikolojisiyle, takvayla, hesapla, cennetle, cehennemle ve birbirimize nasıl muamele edeceğimizle ilgilidr. Çünkü bu bir temel inşa emektir. Eğer istikamet istiyorsanız, Allah'ın sevgisiyle, takvayla ve tevekkül ile bir temel oluşturmanız gerek.
Vurguladığım bir noktaya geri dönecek olursak, neden kullandığımız korkutma ve ayıplama metodu geri tepiyor? Yoksa korku iyi bir şey değil mi? O aslında takva değil miydi? Bir sağlıklı korku vardır bir de hastalıklı olan korku vardır. Mesela çok kötü bir şey yapıp ebeveyninizden çok korktuğunuzda onlara koşar mısınız yoksa onlardan kaçar mısınız? Kaçar ve saklanırsınız değil mi? Elbette yapılan bir yanlışın sonucunda iki yol var. En yakın arkadaşınızı veya eşinizi ciddi bir şekilde incittiğinizi düşünün. Bazı insanlar böyle yapınca çok kötü hisseder, utanır ve saklanır, üzdüğü kimseden köşe bucak kaçar, meseleyi gizlemeye çalışır, üzdüğü kimseyle aralarına mesafe koyarlar. Peki yapılan bu şey sağlıklı mı? Sorunu çözecek mi yoksa onu daha mı kötü yapacak? Elbette onu daha kötü yapacaktır. Bazılarımız bunu aynen Allah' karşı yapıyoruz. Bir kabahat işlediğimizi hissettiğimizde, utandığımızda Allah'a firar etmek yerine O'ndan kaçıyoruz. O'ndan saklanmaya çalışıyor, dua etmek, Allah hakkında konuşmak istemiyor ve hatta dini tamamıyla terk etmek istiyoruz. Peki bu durumla başa çıkmanın sağlıklı yolu nedir? Birini incittiğinizde sorunu çözebilecek en iyi şey nedir? İncittiğimiz insana gidip ondan özür dilemektir. Ona gidip "Üzgünüm, pişmanım, hatamı kabul ediyorum, bir dahaki sefere daha iyi olmaya çalışacağım.." demektir. İşte bu istiğfar ve tevbedir. Bizden de beklenen budur ve sağlıklı olan korkudur bu. Bunun yerine Allah'tan saklanmaya çalışmak, dinden uzaklaşmak, "namaz kılmıyorum çünkü Allah ile karşılaşamayacak kadar günahkarım" demek pişman olup utanmanın hastalıklı versiyonudur. Bizim sağlıklı korku dediğimiz şeyin adı takva oluyor. Takva ise sizi Allah'ı öfkelendirecek şeylerden uzak tutar, şayet bir günaha bulaşırsanız, sizi Allah'a özür dilemeniz hususunda acele ettirir.
Bizim ise korku ve utanç duygularının yanlış versiyonlarını beslediğimizi düşünüyorum. Çünkü Allah'ı sadece korkulması gereken bir varlık olarak öğrettiğinizde aslında çocuklarınızı Allah'tan uzaklaşmaları için cesaretlendiriyorsunuz, O'na firar edip özür dilemeleri ve O'na yakın olmaları için değil. Sağlıklı korku bizi Allah'a daha fazla yaklaşmamız ve tevbe etmemiz için motive eder. Aksi ise bizi Allah'tan kaçırır. Bizim de dinimizde sebat edebilmemiz için Allah'a karşı takva diye adlandırılan sağlıklı bir korkuya sahip olmamız gerek. Peki sağlıklı korkuya nasıl erişeceğiz? Sağlıklı korkunun (takvanın) çekirdeği nedir biliyor musunuz? Bunun çekirdeği "her insan hata yapar" düşüncesidir. İnsanoğlunun mükemmel olmadığını fark etmektir. Bunu bildiğinizde tevbe ile tepki verirsiniz. Çünkü şunu biliyorsunuzdur: "Ben insanım ve yine elime yüzüme bulaştırdım, ama halledeceğim, tekrar deneyecek ve tevbe edeceğim." Nebi (sav) şöyle buyurdu: Her Ademoğlu günaha girer, onların en hayırlısı tevbe edenlerdir.
Sağlıksız olan korkunun çekirdeğine bakarsanız, "mükemmel olma" düşüncesini görürsünüz. Eğer size mükemmel olmanız gerektiği öğretilmişse veya siz öyle düşünüyorsanız yukarıda bahsedildiği gibi sağlıksız bir korkuyla tepki vereceksinizdir. Çünkü mükemmel olmanız gerektiğini düşünüyorsunuz, öyle de değilsiniz, kendinizden utanıyorsunuz ve artık bir daha denemeye cüret etmezsiniz bile. Bu da sizi ümitsizliğe sevk ediyor. Bunun çekirdeği neydi? Mükemmel olmak gerektiği düşüncesi. Bu belki de size aileniz, kültürünüz tarafından öğretildi. Mükemmel olma mitini artık geride bırakmalıyız. Çünkü o birçok problemimizin çekirdek nedeni. Ümitsizliğe düşmemizin esas nedenidir o. Çünkü mükemmel olmanız söylendiğinde ve siz de mükemmel olmadığınızı fark ettiğinizde -ki zaten insan olmanız hasebiyle asla mükemmel olamayacaksınız, böyle dizayn edilmediniz- hal böyleyken nasıl yaratılışınıza karşı çıkabilirsiniz? Allah insanı mükemmel yaratmadı ki, nasıl öyle olmaya çalışabilirsiniz? Bu tamamıyla imkansız. Yaratılışınıza karşı gelip mükemmel olmaya çalışırsanız hikayeniz ümitsizlikle sonlanır. Allah der ki, "Ey nefisleri hakkında aşırı giden kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin." Allah celle ve ala ümit kesmememizi söylüyor ama çoğumuz kendimizi ve Allah'ı yanlış tanıdığımızdan ötürü ümitsizliğe düşüyoruz. Ya hep ya hiç mantığını biliyor musunuz? "Bir melek olmalıyım aksi takdirde şeytan olurum" mantığı. Bu siyah ya da beyaz mantığına bir son vermeliyiz. Ademoğlu ya hep ya da hiç değildir. Mümin bir kimse zaman zaman günaha düşse de tevbe eden ve doğrusunu yapmak için elinden geleni yapan, düştükten sonra tekrar ayağa kalkan kimsedir. Mükemmel olma düşüncesinden vazgeçmek bize düştükten sonra tekrar ayağa kalkma fırsatı doğuracaktır.
Şeytan içimizdeki bu parazit olan mükemmellik duygusunu besler. Bunu bize bir silah olarak kullanır. Nasıl biliyor musunuz? Bir hata yaptığınızda şeytan size gelip şöyle der; "Şu haline bak, ne kadar utanmaz birisin öyle sen, şimdi de gidip dua mı edeceksin, hem de bunu yaptıktan sonra, sen ne kadar iğrenç bir inansın, sen sadece bir münafıksın.. Bu kadar kötü bir insan olmana rağmen hala hicaba mı bürünüyorsun, onu çıkarmalısın, münafık olmayı kes.." Bu cümleler tanıdık geldi mi? Bu şeytanın yanlış mükemmellik algısını bir silah olarak kullanmasıdır işte. Eğer bir insan mükemmel olmadığını, mükemmel yaratılmadığını bilirse şeytan bu yolla ona yaklaştığında o şöyle der, "Evet bir hata yaptım ama Allah merhametlilerin en merhametlisidir." Allah'ın bizden istediği umut işte budur. Eğer biri yerler ve gökler dolusunca günahla Allah'ın huzuruna gidip samimiyetle tevbe etse Allah hepsini affeder. Problem şu ki biz O'nun merhametini hiç anlatmıyor sadece gazabını anlatıyoruz. Allah ile nasıl bağ kurulacağını değil sadece kuralları öğretiyoruz. Kökler hakkında konuşmuyor sadece yapraklar için savaş veriyoruz. Su şişesinin üzerinde bile helal sertifikası gördüm. Bu nedir biliyor musunuz, ağaçlar uğruna ormanı gözden kaçırmaktır. Bazı çocuklar görmüştüm, hafız olarak yetiştirilmişlerdi, medresede büyümüşlerdi ama imtihan edildikleri vakit alt üst olmuşlardı. Bu neden oluyor sanıyorsunuz? Bence neyden bahsettiğimi anlıyorsunuz. Onlar Kur'an'ı ezberlediler, medresede bulundular -ki bunlar çok önemlidir zaten, elhamdulillah- ama derinlere inemediler. Tabiri caiz ise vitrini süslediler; sünnete uygun giyindiler, Kur'an'ı kıraat ettiler ama derinleşemediler ve bu yüzden imtihan edildikleri zaman yenilgiye uğradılar. Bu durumu bazen anlayamıyor ve "nasıl olur bu, o bir hafızdı" diyebiliyoruz. Niye biliyor musunuz? Eğer Kur'an sadece dilde kalırsa, takva sadece elbisede gözükürse sağlam köklere sahip olamaz ve hayatta karşınıza çıkan ilk rüzgarda yıkılabilirsiniz. Sadece dış görünüm yeterli değildir. Bu arada dış görünümün önemini küçümsemiyorum çünkü o da dinimizin bir parçası. Dahili ibadet ve harici ibadeti açıklamakla başlamıştım. Bu ikisi beraber olmalı, aralarını ayıramazsınız. Fakat çoğumuzun problemi sadece harici ibadetlere odaklanmak. Sadece harici kısma odaklanmak köksüz bir ağaca, temelsiz bir binaya benziyor. Rüzgar esince bu ağaç yıkılacak, deprem olunca da bu bina yerle bir olacaktır.
Binaenaleyh, bizim sağlam köklerimiz olmak zorunda. Peki bu sağlam kökleri uygulamalı olarak nasıl inşa edebiliriz? Evvela "mükemmellik algısını" süpürmekle işe başlayacağız. İnsanoğlu mükemmel olacak şekilde değil tevbe edecek şekilde yaratıldı. Yeni yeni yürümeyi öğrenen bir çocuğu hayal edin, ilk düşmesinde artık bir daha yürümemesi ve oturması gerektiği söyleniyor. Bu çocuk bu muamele karşısında bir daha asla yürüyemez. Araba kullanan birini düşünün, yanlış yöne saptığında arabayı durdurup park ediyor ve araba sürmeyi bırakıyor. "Tamam buraya kadardı, yanlış yöne saptım" diyor. Ama GPS "tekrar deneyin" der. İşte bu tam olarak tevbenin bir örneğidir. Çünkü tevbe "dönüş yapmak" manasına geliyor. Bizler de bunu yapabilmeliyiz. Her yanlış yöne saptığımızda arabayı durdurursak hiçbir yere varamayacağız demektir. Eğer her düşüşümüzde yürümeyi bırakırsak asla yürüyemeyeceğiz demektir. "Hava mükemmel olmadıkça asla dışarı çıkmayacağım, asla bir pus, yağmur veya nem olmamalı" derseniz asla evden çıkmayı beklemeyin. Bizler tevbe edebilmeli ve tekrar tekrar deneme yapabilmeliyiz. Bu istikamet için gerekli olan ilk şey. Mevcut durum mükemmel olmasa da devam edebilme becerisine sahip olmalısınız. Peki nasıl? Buna nasıl sahip olabileceğinizi söyleyeceğim inşaAllah. Kalplerimize özen göstermeliyiz. Özen göstermek için şu üç adım takip edilmeli. İlki namaz. Namaz kalbin oksijenidir. Namaz bir müminin mahşer gününde ilk hesaba çekileceği, insanı ruhsal, zihinsel ve psikolojik olarak hayatta tutan şeydir. İkinci olarak, sabah-akşam ve uyumadan önce yapılan zikirleri tavsiye diyorum. Ya hep ya hiç olmak zorunda değil, hepsini yapmak mecburiyetinde değilsiniz ama belli başlı bir liste hazırlayın ve düzenli olarak yapın. Devamlı olmak bu işin anahtarı. Küçük de olsa, az da olsa bu işin anahtarı devamlılıktır, Böylelikle sonucu kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Üçüncü olarak ise Kur'an.. Allah'ın kelamıyla her gün iletişiminiz olmalı. Sadece okumayın aynı zamanda ne okuduğunuzu anlayın ve hayatınıza uygulayın. Rasul'ün (sav) sünnetini uygulayın. Tavsiye ettiğim bu şeyler sizi sağlam kılacak, sağlam köklere sahip olmanız hususunda size yardım edecektir. Başınıza gelen depremler, üzerinize esen rüzgarlar size zarar veremeyecektir. Fakat "devamlı" olmamız çok önemli bir husus. Bunları yaparken Allah ile konuştuğunuzun bilincine varın; zikirler yaptığınızda, Kur'an okuduğunuzda, namaz kıldığınızda ne dediğinizi anlayın. Ana diliniz Arapça olmasa da namazda neler söylediğinizi öğrenin, bunu yapabilirsiniz. Neden subhane rabbiyel a'la dediğinizi öğrenin, ki bunları öğrenmek Allah ile aranızda olan ilişkiyi güçlendirir.
Bu üç uygulama kalbinizi diri tutacak ve sağlam kökler inşa edecektir ancak şuranın altını çizmek istiyorum: Bizler sadece kalbimizi diri değil aynı zamanda temiz tutmalı ve onu korumalıyız. Kalbi bir beden gibi düşünmenizi istiyorum. Sağlıklı bir yaşama sahip olmak için sağlıklı beslenen, soluma yapan bir bedene ihtiyaç vardır. Peki, sağlıklı beslendiğinizi ve nefes alıp verdiğinizi ama hiç banyo yapmadığınızı düşünürsek? "Banyo yapmama gerek yok, çünkü geçen Ramazan yapmıştım, böyle iyiyim.." dediğinizi düşünün. Evvela iyi olmayacaksınız, kimse de yanınıza oturmak istemeyecek ve muhtemelen hasta olacaksınız. Çünkü bedeninizi temiz tutmak zorundaydınız. Sadece beslemek, nefes alıp vermek yetmez aynı zamanda bedenin temizliğine her daim riayet etmek gerekir, değil mi? Kalp de aynı beden gibi temiz tutulmak zorundadır. Sizce kalbi nasıl temizleriz? Tevbe ve istiğfar ile. Günlük zikirlerimiz içinde tevbe ve istiğfar da olmalı. Bunu kalbin banyosu olarak düşünün. Son olarak; nefes aldınız, iyi beslendiniz, banyonuzu da yaptınız fakat banyodan sonra gidip kirin ortasında yuvarlandınız? Tıpkı bir çocuk gibi; onu temizlersiniz, saçlarına sevimli tokalar takarsınız, güzelce giyindirirsiniz ve hemen sonra gidip çamurun içinde oynar. Yani siz de tekrar kirleneceksiniz. Kalbe özen göstermek sadece oksijenle, yiyecekle ve temizlikle olmuyor, onu korumak da lazım.
Peki kalbi nasıl koruyacağız? Kalbi ona açılan kapılar doğrultusunda korumak lazım. Kalbe açılan kapılardan birisi gözler, diğeri kulaklar ve öteki de dildir. Kalbinizi eviniz gibi hayal edin. Geceleyin kapılarınızı ve pencerelerinizi açıyor musunuz yoksa kapatıyor musunuz? Kapatıyorsunuz, kilitliyorsunuz üstüne bir de güvenlik sistemi kurabiliyorsunuz. Kalbinizi eviniz gibi düşünün, onu korumak, kapıları kapatmak zorundasınız. Gözlerinizi korumamanız, neye baktığınızı umursamamanız geceleyin kapılarınızı açık bırakmaya benzer. Sonra hırsız girip her şeyi çalar, evinizi tarumar eder. Hata kimin? Elbette hata sizin. Çünkü kapıları siz açık bırakmıştınız. Biz de aynen böyle yapıyoruz. Bizler bilhassa bu sosyal medya kültürü içerisinde "bakışları indirmek ve gözleri korumak" gerektiği gerçeğini tamamıyla yitirdik. Neye baktığımız hakkında iki kez bile düşünmüyoruz. İnstagramda başkasının profil fotoğraflarına bakmaktan pornografi izlemeye kadar geniş bir spektrumdan bahsediyorum. Bu iki örneğin arasında daha neler neler var ama gözlerimizi korumuyoruz. Karşı cinse yahut bakmamanız gereken bir şeye baktığınızda kendi kalbinize zehri akıtıyorsunuz demektir. Bunu yapmak kalbi zehirliyor, üzerinde siyah lekeler oluşturuyor ve hayatınızın geri kalanında da. Bu durum ilişkilerinizi de etkileyecektir. Bakmamanız gerekirken karşı cinse baktığınızda tahmin edin ne oluyor? Şeytan bu bakışın üzerinde çalışacak, sonra baktığınız şeyi gerçekte öyle gözükmemesine rağmen size süsleyecektir. Yani şeytan baktığınız şeyin gerçekte olduğundan daha güzel ve etkileyici olduğu hususunda sizi kandıracaktır. Ve şu oluyor, size helal olmayan şey size helal olandan daha iyi gözüküyor. Yani bakmamanız gereken kişi size eşinizden daha çekici geliyor. Şeytan böyle çalışıyor. Lakin niçin oldu bu? Çünkü siz gözlerinizi korumadınız. Buna kendinizi siz açtınız ve o da sadece kalbinizde değil aynı zamanda ilişkilerinizde de siyah bir leke oluşturdu. Bereketi, nimetleri, korunmayı yitirdiniz ve bunların tümü gözleriniz yüzündendi. Tamamen hicaba bürünmüş kimselere bile bakılıyor. Belki internette onların resimlerine bakıyorsunuzdur. İşte bu gözleri korumamak, bakışları indirmemektir. Gözleri haramdan sakınmak Allah'ın Kur'an'da hem erkeklere hem de kadınlara özel olarak emrettiği bir şeydir. Yani ne kadar mühim bir mesele oysa ki. Ekranlarda, billbordlarda, telefonlarımızda, tabletlerimizde, sosyal medyada ve internette gördüğümüz şeylere karşı gözlerimizi korumak zorundayız. Kalbe akan en büyük zehir gözlerden damlıyor. Ve kulaklarınız.. Dinlediğiniz şeyleri de direkt olarak kalbinize yolluyorsunuz. Dilinizi ne için kullandığınız, neler hakkında konuştuğunuz da kalbinize akıp gidiyor. Sonuç olarak; istikamet için kalbimize açılan kapılara dikkat etmek durumundayız.
ÖNEMLİ: Yasmin Mogahed'e ait bir sohbetin çevirisidir.
Tıklayın:
Yorumlar