Sevgi & Saplantı

Bu konu hem çok yanlış anlaşılan hem de çok önemli bir konu. Hastalıklı bağımlılıkların tanımına derinlemesine girmeden evvel neden "hastalıklı bağımlılıklar" dediğimi açıklayayım. Çünkü bugün psikoloji birçok araştırma neticesinde bağımlılıkların muhakkak kötü olarak vasıflandırmasına gerek olmadığını söylüyor. Fakat ben bu bağımlılıkları negatif yönden ele alacağım için hastalıklı bağımlılıklar diyorum. "Doğru sevgi" tanımını da bu yüzden kullanıyorum. Kısaca kalbin doğası hakkında konuşmak istiyorum. Kalp Kur'an'da "galbun" diye geçer. "Galbun" ise aslında Arapçada "dönmek" kelimesinden gelir. Bundan da anlaşılıyor ki kalbin doğası sürekli dönmesi, kolayca halden hale girmesidir. Bu yüzden Nebi (sav) "Ey kalpleri evirip çeviren, kalbimi dinin üzerine sabit kıl." diye dua ederdi. Mesele imanımız dahi olsa kendimiz hakkında emin olmamalıyız. Bize bir kimsenin mümin olarak sabahladığını, kafir olarak akşamladığını; kafir olarak sabahladığını ve mümin olarak akşamladığını söyleyen bir rivayet var. İşte kalbin bu dönüşü o kadar anidir ki günün bir bölümünde müminken sonunda kafir olunabiliyor, Allah hepimizi korusun. Yani kalp bizim özel olarak ilgilenmemiz ve korumamız gereken bir şeydir. Peki kalp niçin bu kadar önemli? Nebi (sav) uzun bir hadiste haramlar, helaller ve şüpheli şeyler hakkında konuştuktan sonra şöyle devam ediyor: "Şüphesiz ki bedende bir parça et parçası vardır ki bu et parçası sağlam olursa bütün beden sağlam olur. Şayet bu et parçası fesada uğramışsa muhakkak bütün beden fesada uğramıştır. Dikkat edin! Bu kalptir." Birçok insan düşüncelerin kalbi kontrol ettiğine inanıyor. Fakat rivayete baktığımızda kalbin geride kalan her şeyi kontrol ettiğini öğreniyoruz. Bedeni de zihni de kontrol eden kalptir. Bu, sağlıklı bir kalbe sahip olduğunuzda bütün varlığınızın da sağlıklı olacağı, yani amellerinizin de sağlıklı olacağı manasına geliyor. Fesada uğramış bir kalbe sahip olmak ise iki manaya geliyor. Onlardan biri hasta kalptir; içinde hastalık barındırmasına rağmen hala kendinde hayat bulunan kalptir. Diğeri ise daha beteri olan ölü kalptir. Allah bu kalpleri Kur'an'da taşlarla kıyaslıyor ve onlardan daha katı olduklarını söylüyor. Çünkü bir taş en azından ortadan ikiye yarılıp parçalanabilir ama bu kalpler o kadar serttir ki parçalanamazlar bile. Yani onlar bir taştan daha çok ölüdür. 

Sağlıklı kalp ise temizlenmesi için çaba sarf edilmiş, fücurdan arındırılmış ve korunması için çaba gösterilmiş olan kalptir. Tüm bu saydıklarımız sağlıklı bir kalp ve onun devamı için gerekli olan şartlardır. Sağlıklı bir kalp Kur'an'da "galbun selim" diye tasvir ediliyor. Kur'an'da İbrahim aleyhisselam'ın  dilinden uzun bir dua var. Bu duada İbrahim aleyhisselam Allah'a şöyle dua ediyor: "(İnsanların) diriltileceği günde beni rezil edip küçük düşürme." Devamında şu ayetler geliyor: "O gün ki; ne mal ne de evlat fayda verir. Allah'a selim bir kalple gelenler müstesna." Bizler bu rivayetlerden ne öğreniyoruz? İlk öğrendiğimiz şey kalbin, bedenin efendisi olduğudur. Bireyin diğer tüm parçalarını kontrol eden kalptir. Eğer kalp hastaysa geriye kalan ne varsa, ameller de dahil hepsi hasta olacaktır. Kalbin bu hastalığı topluma da hastalık olarak yansıyacaktır. Kalp üzerinde emek harcamanın gerekli olduğunu anlıyoruz. Çünkü insanı, nihayetinde toplumu ve ilişkileri kontrol eden kısım kalptir. Ayrıca öğreniyoruz ki kıyamet gününde bize fayda verecek tek şey selim bir kalbe sahip olup olmadığımızdır. Eğer değilsek, biriktirdiğimiz diğer tüm şeyler, ayette geçtiği üzere oğullar ve mallar hiçbir şeye yaramayacak. Nebimizin (sav) döneminde bu ikisi gücü simgeliyordu. Eğer zenginsen ve çocukların da varsa bu güçlü biri olduğun anlamına geliyordu. Allah celle ve ala ise tüm bunların fayda vermeyeceğini, meselenin sadece Allah'a selim bir kalple dönüp dönmemek olduğunu anlatıyor. 

Şimdi bu kalbin neye benzediğini anlatmama izin verin. Selim bir kalp neyin nesidir ve bu kalbin karakteristik özellikleri nelerdir? Selim bir kalbi anlamın yollarından biri, onun içinde Allah ile yarışan herhangi bir şeyin olup olmadığına bakmaktır. Fakat bu bazen kafa karışıklığına neden oluyor. "Kalbimde Allah'tan başka bir şey yok" dediğin zaman insanların kafası karışıyor ve "Ne yani, çocuğumu sevmeyeyim m, kocamı, ana-babamı sevmeyeyim mi?" gibisinden sorular soruyorlar. Burada kafa karışıklığı olsun istemiyorum. Mesele başka şeyleri, ebeveyni, çocukları ve eşi sevmek değil. Mesele şu; bu sevgi Allah sevgisiyle boy ölçüşüyor mu? Allah celle ve ala Bakara suresinde bundan bahsediyor: "İnsanlardan öylesi vardır ki; Allah'ın dışında bir takım varlıkları Allah'a denkler/ortaklar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler." Peki Allah'a nasıl ortaklar edinilir? "Ortaklar" dendiğinde genellikle şirk anlarız. Şirki ise bir kayanın, mermerden yapılmış bir heykelin önünde ibadet etmek olarak algılarız. Lakin burada Allah bu ortakların sevgi konusunda edinildiklerini  netleştiriyor. Allah celle ve ala insanların, bazı kimseleri sadece kendisine yöneltmeleri gereken bir sevgiyle sevdiklerini anlatıyor. Yani kalpte yer alan bu şirk sevgi şirkidir. Bu da Allah'ın ayette açıkladığı şeydir ve Allah devamında, "İman edenlerin Allah'a olan sevgisi ise çok daha kuvvetlidir." buyurur. Burası çok önemli, Allah müminleri en büyük sevgiyi kendisi için besleyen kimseler olarak tanımlıyor. Bu nokta tam olarak konuşacağımız her şeyin temelini oluşturuyor. Sevgi, aşk, yanlış ve hastalıklı ilişkilerden bahsederken şurası bilinmeli ki en şiddetli ve yoğun sevgi Allah için olmalıdır. Zaten mahlukatı sağlıklı ve güzel bir şekilde sevebilmemiz ancak yüreğimizdeki en yüce sevgi Allah'a ait olduğu zaman mümkün olacaktır. Sevgimizin sağlıklı olmadığını nasıl anlarız? Hastalıklı bir sevgi sadece sevene değil aynı zamanda sevilene de nasıl zararlı olur? Kalbinde böylesi bir sevgi varsa sadece kendine değil sevdiğin kişiye de zarar verirsin çünkü. Selim bir kalp sadece en büyük sevgiyi Allah için barındıran değil aynı zamanda, tekrar vurguluyorum selim bir kalp içinde Allah ile birlikte başka bir ortağın bulunmadığı kalptir. Bu ortaklar her şey olabilir. "Ben en çok Allah'ı seviyorum" diyebiliriz, belki kalbimizdeki en yüce ve yoğun sevgi Allah sevgisidir fakat aynı zamanda sadece Allah'a karşı hissetmemiz gereken bir korkuyu başkalarına karşı hissediyor, sadece Allah'a karşı duyacağımız güveni ve tevekkülü başkalarına karşı duyuyor, sadece Allah'a beslememiz gereken ümidi başkalarına karşı besliyor olabiliriz. Yani bu çok daha geniş ve derin bir olgu. Sevgiyle başladık çünkü sevgiden anladığımız diğer bir prensip şudur. En çok kimi seviyorsanız o sizin rabbiniz, ilahınızdır. Herkes bir şeyin kuludur. Ateist de, agnostik de, Hristiyan da, Yahudi de Budist de, Hindu da, kısacası her birey bir şeye kuldur. Buradaki tek fark insanların kendilerini farklı şeylere kul eylemesidir. Hastalıklı bağımlılıklar hakkında konuşurken kendimizi kul eylediğimiz şeyler hakkında da konuşacağım. Fakat "en çok kimi seviyorsan onun kulu olursun" cümlesi bir kaidedir. Şimdi hastalıklı bağımlılıkların neye benzediğine, onlardan birine sahip olduğumuzda ne olacağına bakalım. 

Özellikle kalbin merkezi hakkında konuşmak istiyorum. Bu merkez tapınmanın esas yeridir. Kalbin bu merkezinde her ne varsa işte o sizin ilahınızdır. Şimdi size çok önemli başka bir terim söyleyeceğim. Bu terimi daha önce duymuşsunuzdur, belki gün içinde bir çok kez kullanmışsınızdır. Bu "La ilahe illallah"tır. Sizler la ilahe illallah dediğinizde aslında çok çok derin bir ifadeyi söylüyorsunuz. Ve aslında bir çoğumuz bu ifadenin manalarını ve derinliğini anlamıyoruz. Gerçekten la ilahe illallah dediğinizde aslında şunu diyorsunuz: Allah'tan başka ilah olmaya değer hiçbir şey yoktur. Şimdi "ilahın" manası hakkında konuşmamız gerekiyor, ilah nedir? Allah'tan başka hiç kimse ilah olamaz derken gerçekten ne demiş oluyoruz? İlah, sadece kendisine namaz kıldığınız varlık değildir. İlah aynı zamanda kalbinizin merkezine koyduğunuz varlıktır. Binaenaleyh, paranız ilahınız olabilir ve birçok insan için de öyledir. Para, onların kalplerinin merkezine koydukları, her şeyden daha fazla sevdikleri, kaybetmekten en çok korktukları, tüm güvenlerini ve ümitlerini her şeyden daha fazla ona bağladıkları şeydir. Ve işte tüm bunlar parayı ilah kılar. Biraz önce sıraladığımız vasıflara sahip olan insanlar paraya kul olurlar. Bu yüzden dışarıda para için her şeyi yapabilecek insanlar bulabilirsiniz. Çünkü paraya kul olmuşlardır. Onlara para getirecek her şeyi yaparlar; adam öldürmek, hırsızlık yapmak, sömürmek... fark etmez. Bu paranın artık onların ilahı olduğundan ötürüdür. Buraya dikkat edin lütfen, kalbinin merkezine Allah'tan başka herhangi bir şeyi koyan insan muhakkak haksızlık edecek, adaletsiz davranacaktır. Çünkü bu kalp, merkezine Allah'tan başka şeyleri yerleştirerek fesada uğramıştır. Kalbin merkezi hakkında tekrar konuşmak istiyorum çünkü bu başka şeyleri sevemeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Bu, ibadet ve tapınmak için ayrılmış olan kalp merkezinin sadece ama sadece Allah'a özel tutulması manasına geliyor. Eğer oraya başkaca herhangi bir şey konulursa, bu o kalbi harap edecek ve bu kimsenin amellerinde zulme sebep olacaktır. Kalbinin merkezinde güç olan birisi adaletsiz davranacaktır çünkü güç için her şeyi yapacaktır. Kalbinin merkezinde başka bir insan bulunan kimse de adaletsiz davranacaktır. Buna bir örnek vermeme izin verin. Vereceğim örnek özellikle kadınlar için büyük bir imtihan olabiliyor: bizim kendi çocuklarımız.. Bir kadın anne olduğunda veya bir adam baba olduğunda bu çocuk büyük bir imtihan olabiliyor. Bu yüzden Allah celle ve ala Kur'an'da iki büyük fitne olarak zenginliği ve çocukları söylüyor. Ayrıca İbrahim (as)'ın kendi çocuğuyla test edildiğini görüyoruz. Yani buradan bir ebeveynin en büyük sınavının kendi çocukları olabileceğini anlıyoruz. İnsanlık içinde en yoğun merhameti ve şefkati taşıyan, zaten fıtratlarında bu hissi duyumsayan anneler için çocuk zaten bir imtihandır. Fakat birde buna "çocuğun olduğu zaman sadece ondan ibaretsin, çocuğundan başka bir şey seni alakadar etmez, annelik kimliğinden başka bir özelliğin yok" gibisinden geleneksel öğretiler eklendiğinde çocuğu varlığımızın merkezine koymamız gerektiği aşılanıyor. Sonra hayatımızı bu çocuğun -özellikle oğlumuzun- etrafında döndürmeye başlıyoruz. Artık her şey oğlumuz içindir. Oğlumuz diyorum çünkü genelde bu erkek çocuklarına karşı yapılıyor. Bu hastalıklı ilişki genellikle erkek çocuklarla oluyor. Ve bu birçok probleme sebep oluyor. 

Kalbinizin merkezine Allah'tan başka bir şey koyduğunuz zaman iki şey olacak: hem kendi kalbinize hem de muhataba zarar vereceksiniz. Bu durumda kalbi bir araç olarak telakki etmenizi istiyorum, düşünün ki bu kalp bir yakıt deposu. Arabanızı petrol ofisine çekip yakıt almak istediğinizde petrol fiyatlarının çok uçuk olduğunu görüyorsunuz. Ve satışta portakal suyu mevcut. Portakal suyunu satın almaya karar veriyor ve yakıt deposuna benzin yerine onu koyuyorsunuz. Peki şimdi ne olacak? Sadece benzin için tasarlanmış bir araca portakal suyu koydunuz. Şimdi bu arabaya ne olacağını söyleyin bana. Bu araba bozulacaktır. Çünkü bu arabaya ve yakıt deposuna zarar verdiniz. İşte bu tam olarak kalbimizin yakıt deposuna Allah'tan başka bir şey koyduğumuzda bize olan şeydir. Kalbimizin merkezine çocuklarımızı, servetimizi, gücümüzü, imajımızı, rütbemizi, başkalarının  hakkımızdaki düşüncelerini koyduğumuzda olan şey.. Bizler diğer insanların düşüncelerine taparcasına önem atfettiğimizde ne oluyor? Kalbimin merkezinde benim için en önemli şey olarak başkalarına karşı nasıl göründüğüm endişesi ve "insanlar bana, aileme, çocuklarıma ne gözle bakıyor?" düşüncesi yatıyorsa, o zaman imaj dediğimiz şeye takıntılı olmuşum demektir. Tabi şu an resimlerimizin, hayatlarımızın, evliliklerimizin, çocuklarımızın filtreleniş hallerini sergilediğimiz sosyal medya hesaplarımız var. Çocuklarımızın, ilişkilerimizin, kocamızın, evliliğimizin ve hayatımızın on numara gözüktüğü mükemmel bir imajımız olsun istiyoruz. "Çok eğleniyoruz, çok üretkeniz.." gibisinden etrafımıza yansıtmak istediğimiz belli imajlar var. Oraya koyduğumuz filtrelenmiş versiyonlar var, neden? Çünkü çoğu zaman imajımıza ve insanların ne düşündüğüne, hakkımızda ne diyeceklerine çok fazla önem atfediyoruz. Bu gerçekten derin bir mesele. Bazen insanlar kendilerini ve çocuklarını sırf insanlar "boşanmışlar" demesinler diye şiddete maruz bırakıyor. Bu o kadar obsesif bir durum ki insanlar başkalarının düşüncesine resmen tapıyor. Sırf insanlar bize "Boşanmış" demesinler diye suistimal edildiğimiz bir ilişkide kalmayı yeğliyoruz. Bu durumla dünyanın her yerinde karşılaştım. Şiddet gören ve kendi ailesine giden bir kadına bile "sabret kardeşim" deniliyor. Bu arada, sabretmek kendinizi zulme maruz bırakmak değildir, sabır pasif olmak manasına gelmez, sabır "yanağına vurana öteki yanağını da çevir" demek değildir. Bizler insanların kurban edilmesi için sabrın manasını o kadar çok tahrif ettik ki, bu kesinlikle Allah ve Rasulu'nün (sav) bize öğrettiği şey değil. Bizler insanları ve başkalarına vermek istediğimiz imajı kontrol etmek için dini tahrif ediyoruz. Bunu yapmayı artık bırakmamız lazım fakat bilinmeli ki bu durum başkalarının düşüncesine taptığımız zaman meydana geliyor. "Mükemmel bir aile gibi gözükmeliyiz, mükemmel bir eş, mükemmel bir anne gibi gözükmeliyim, hatta mükemmel bir cildim olmalı, eğer yoksa bir filtre atmalıyım.." Biliyorsunuz ki fotoşopla dolu, instagramlaşmış bir dünyada yaşıyoruz. Tek mesele nasıl gözüktüğünüz: Mükemmel gözükmelisin. Buradaki problem sizin ana odağınızı Allah'tan başka bir şey yapıyor olmanızdır. İmajınıza, görünüşünüze, başkalarının ne düşündüğüne tapıyorsunuz ve bunu yaparken kendinize de başkalarına da zulmediyorsunuz. Kalbinizin merkezine Allah'tan başka bir şey koyduğunuzda bu hastalıklı bağımlılık oluyor. Bu bazen bir moda oluyor. Bazen bazılarımız modaya tapabiliyoruz. Moda nasıl giyinmemiz gerektiğini söylediği zaman ona itaat ediyoruz. Ve moda yarın değişebiliyor, başka bir şey söylüyor ve biz de işitiyor ve itaat ediyoruz. Resmen modanın kullarıyız. Modanın direktifleri Kur'an'a ve sünnete tamamıyla aykırı olsa bile onu uyguluyoruz. Çünkü modayı, "ideal" imajı kalbimizin merkezine koymuşuzdur. Bunu bazen nasıl göründüğümüz hakkında aşırı derecede endişeye kapıldığımızda da yapabiliyoruz ve bu Allah'ın emirleriyle boy ölçüşecek dereceye geliyor. Şimdi size biraz örnek vereceğim: Para kalbin merkezine oturduğu ve faiz ile daha fazla para kazanma fırsatı yakaladığınız zaman diğer tarafta Allah'ın yasakları belirir. Belki herkesin bakıp hayret edeceği kocaman bir evimiz olsun istiyoruz, veya insanların hayran kalacağı yepyeni bir araba istiyoruz fakat bunları satın alacak paramız yok. Öte yandan faiz ile bunu halledeceğimiz bir fırsat var. Şimdi bir seçimle karşı karşıyayız çünkü bir yandan faiz hakkında Kur'an'da çok net ifadelerle konuşan Allah celle ve ala var. Bizler bu durumda faize kolayca kayabiliriz çünkü insanların ne düşündüğüne, imajımıza, rütbemize tapıyoruzdur. Neticede tüm bunlara Allah'ın emirlerinden daha fazla önem verir hale geliyoruz. Nihayetinde kalbimizin merkezinde gerçekten ne olduğunu görmeye başlarız. O, Allah mı? Eğer Allah ise o zaman Allah bir şey emrettiğinde "işittik ve itaat ettik" deriz.  Fakat orada Allah'tan başka bir şey varsa şayet Allah'ın emrini işitip ona itaat edemeyeceğiz demektir. Bu bazen örtümüzle ilgili oluyor ki biz her şeyin belli kalıplara oturtulduğu bir toplumda yaşıyoruz: "en güzel halinle görün, görünüş, görünüş, görünüş.." Bu İnstagram kültürü sadece nasıl gözüktüğünle ilgileniyor değil mi? Biz de buna neredeyse tapıyor, birincil odağımız haline getiriyoruz. Görünüşümüz bizim temel odağımız, bizim için en önemli şey haline haline geldiğinde o zaman Allah'ın emri gelir ve "onu ört" der. Bu bizim için bayağı bir zorlaşır ve içsel olarak  kalbinizde ne olduğuna dair uğraşacak bir çok şey belirir. Bizim için en önemli olan şey nedir? Güzel olmak mı, toplum mu veya Allah'ın katında güzel olmak mı? Şunu anlıyoruz ki kalbimizin merkezinde başka bir şey olduğunda, yani yakıt deposuna portakal suyu koyduğumuzda hakkaniyetli davranamayacağız. Emrolunduğumuz gibi Allah'ı sevemeyecek, O'na itaat edemeyeceğiz, O'ndan korkamayacağız çünkü Allah'a ait olan bir yerde başka bir şey var.

Yakıt deposuna portakal suyu koyduğunuz zaman bu arabayı mahvedersiniz. Benzer şekilde bizler de merkezimize başka bir şey yerleştirdiğimizde kendi kalbimizi parçalıyoruz, insanlığımızı örseliyoruz. İşte bu, bir insanın harap olmasının en başlıca nedenidir. İnsanı mahveden şeylerin zorluklar olduğunu düşünmeyin, zorluklar insanı mahvetmez. İnsanı yıkan şey sadece Allah'a karşı hissetmesi gereken bir sevgiyle başka bir varlığı seviyor, sadece Allah'a karşı duyması gereken bir korkuyla başka bir şeyden korkuyor, sadece Allah'a bağlaması gereken bir umudu ve güven başka bir varlığa bağlıyor olmasıdır. İşte tüm bunlar insanı kırıp geçiren şeylerdir. Bunlardır insanoğlunun kalbini kıran, psikolojisini darmadağın eden şeyler, çektiğimiz çileler değil. Çünkü eğer Allah kalbinizin merkezindeyse, eğer Allah sizi ayakta tutuyorsa, eğer insan sağlıklı bir kalbe sahipse, işte o zaman Allah en zorlu ızdırapta bile bu insanın dayanabilmesine olanak verecektir. Sizin saçınızı ağartabilecek felaketlerden ve ızdıraplardan geçen birileriyle tanışmıştım. Fakat bunlara rağmen sadece hayatta kalmamışlar aynı zamanda güçlenmişlerdi. Ve bu durum sadece ve sadece Allah kulun kalbinin merkezinde olduğu zaman gerçekleşiyor. Bu kalp o kadar dayanıklıdır ki hayatın yangınlarında, fırtınalarında ayakta kalabilir. Böyle kalpleri sekoyalara benzetiyorum. Sekoya çok dayanıklı bir ağaç türüdür, neredeyse ateşe bile dayanıklıdır. Ve fark ettim ki bir müminin kalbi sekoya ağacı gibi olabiliyor, yani onun kalbi ateşe bile dayanıklı. Bu acı çekmediğimiz, üzülmediğimiz anlamına gelmiyor. Gerçekte bütün bunlar normal insani duygulardır veya peygamberlerin de hissettiği şeylerdir. Fakat ben normal duygulardan bahsetmiyorum, mahvolmaktan bahsediyorum. Eğer kalp sağlıklıysa hayatın en vahşi yangınlarında bile ayakta kalacaktır çünkü bu insanı Allah güçlü kılacak, ayakta tutacaktır. Allah'ın ayakta tuttuğu kimse asla düşmeyecektir. Tekrar ediyorum, bu insanın sarsılmadığı, mükemmel olduğu, hiç günaha girmediği anlamına gelmiyor. Ne olursa olsun yıkılmayan insandan bahsediyorum; bu insan belki düşecek, ağlayacak, acılardan geçecek, belki korkular duyacak fakat bu insan darmaduman olmayacaktır. Çünkü Allah bu insana yangınlar karşısında dayanma gücü verecektir. Ve insanın içinde yanmış olduğu bu ateş mahvedici olmaktan ziyade aslında bir arındırıcı ve güçlendiricidir. Allah celle ve ala Kur'an'da  insanlara onları temizlemek için zorluklar yaşattığını anlatır. Bu "arındırmak" kelimesi aynı zamanda altını ısıtmak kelimesiyle aynıdır. Altını ısıttığınızda içindeki pislikleri dışarı atar. Bu süreç altının cürufundan ayrılması için geçtiği bir süreçtir. Allah subhanehu ve teala da müminleri aynı arındırma işlemine tabi tutar. Lakin bu ateş içerir, ızdırapların ateşini içerir. İşte tekrardan farka geliyoruz, bir kalp selim olduğunda, içinde Tevhid olduğunda ve ızdıraplara düçar edildiğinde harap olmak yerine güçlenir, arınır.

SORU-CEVAP

Terminolojik olarak sevgi anlamına gelen "muhabbet" kelimesi "maha" kelimesinden türemiştir ve bu kelimenin aynı zamanda "silmek" manası ile bağlantısı vardır. İslam sevgi hakkında bahsederken "geriye kalan her şeyi silip atmadıkça bir şeyi gerçekten sevemezsin" anlayışına mı vurgu yapıyor? Sevgi paylaştırılabilir mi?

Önceden de vurguladığım gibi; evet, sevgi paylaştırılabilir ama ibadet (tapınmak) değil. Sağlıklı sevgi ile hastalıklı bağlanmalar sebep oldukları sonuç itibariyle de aynı değil. Bizler birçok şeyi sevebiliriz, sevmeliyiz de. Allah celle ve ala Tevbe Suresi'nde sevdiğimiz tüm helal şeyleri sıralamıştır: Ebeveynimiz, çocuklarımız, eşlerimiz, akrabalarımız, kardeşlerimiz, işimiz, yaşadığımız yerler. Fakat Allah şunu söylüyor: Eğer bunlar sizin için Allah'tan ve Rasulü'nden ve O'nun yolunda cihad etmekten daha sevimli ise, o zaman Allah emrini verinceye kadar bekleyin. İnsanın yukarıda sayılan şeyleri daha sevimli bulmasının nedeni yakıt deposuna portakal suyu koymasıdır. Kalbinizin merkezine anne babanızı, çocuğunuzu, eşinizi, paranızı veya işinizi koyduğunuzda çok şiddetli bir işkenceye uğrarsınız. Çok yoğun bir acı ve ızdırap duyarsınız. Bu kalbin doğasıdır. Allah bizi uyarıyor ve bizleri koruyor. Bu durum, Mercedes'i üreten firmanın onun üzerine "yakıt deposuna portakal suyu koymayın" diye yazmasına benziyor. Aslında firma sizi hasardan korumaya çalışıyordur. Peki yakıt deposuna portakal suyu koyduğunuzda üretici firmaya bir zarar verir misiniz? Hayır. Yakıt deposuna portakal suyu koyup aracı bozduktan sonra gidip üretici firmayı suçlayabilir misiniz? Hayır. Bu tamamıyla sizin hatanız, bu aracı içine konulmaması gereken bir şey koyarak siz bozdunuz. Kalbin merkezi de Allah'tan başka bir şey için ev sahipliği yapmaya elverişli değil. Bir şeyi Allah'ı sever gibi sevdiğinizde o artık sevgi değil ibadettir, onu ilah edinmektir. Bu yüzden sevgi ve ibadetin arasındaki farkı kesinlikle anlamalıyız. Eğer kalbinizin merkezine orada olmaması gereken bir şey varsa, bu şey her ne olursa olsun sizin en büyük acınızın ve endişenizin kaynağı olacaktır. Geceleri bunun hakkında düşünmekten uyuyamayacaksınız, asla huzur bulamayacaksınız ve sürekli bu şey tarafından işkence göreceksiniz. Bu bazen kendi çocuklarımız oluyor, bunu çok kez gördüm. Çocuğu kalbimizin, hayatımızın merkezine koyuyor, etrafında tavaf ediyor, hem işkence görüyor hem de başkalarına işkence ediyoruz. Bu yüzden gelin ve kaynana arasındaki çatışmalara çok fazla şahit oluyoruz. Bunun sebebi geçmişe dayanıyor. Anne bu çocuğunu doğurduğu zaman onunla sağlıklı bir ilişki kuramamış, oğlunu tam merkeze yerleştirmiş, varlığını ona adamış, hatta bazen kocasıyla ilişkisini askıya almış, her şeyi ama her şeyi oğlu için yapmıştır. Her şeyi onlar adına biz yapıyoruz ve bu öyle bir noktaya varıyor ki sanki o çocuğa bulaşık yıkmasını, kendi yatağını toplamasını öğretmek harammış gibi algılanıyor. Bunun sevgi olduğunu düşünüyoruz ama değil. Maalesef böyle yaparak bir narsist yetiştiriyoruz. Sevgi maskesi takmış bu annelik aslında muazzam toksik bir olay. Hem anne hem de oğul ve onun geleceği için çok toksik. Bu çocuk 30 yaşına gelip evlendiğinde bunu kaldıramazsınız çünkü son 30 yılınızı bu çocuğa hayatınızı adayarak geçirmişsinizdir. Kendinizle, evliliğinizle bile ilgilenmemişsinizdir. Bu yüzden insanlar evlilik durumlarına katlanamıyor ve dengeyi sağlayamıyor. O çocuk evlendiğinde gelin ile anne arasında asla olmaması gereken bir yarış başlıyor. İşte bu durum sevginin anormal olduğu zamanlarda ortaya çıkıyor, çünkü o sevgi aslında hastalıklı bir bağımlılıktı. 

"Allah'ı seviyoruz" iddiasını nasıl destekleriz? Bu iddia ameli gerekli kılar mı?

İddialarda bulunmamanızı size tavsiye ederim çünkü bir iddia ortaya attığınızda onunla test edilirsiniz. Eğer ben "kalbimde sadece Allah sevgisi var" var dersem, bu kendimi çok zorlu bir sınava hazırlamam gerektiği manasına gelir. İddialarda bulunmayın, sadece kendinizi arındırmak, Allah'a yakınlaşmak ve O'nu kalbinizin merkezine koymak için elinizden gelenin en iyisini yapın. İddialardan, "ben böyleyim, şöyleyim" demekten kaçının çünkü imtihana uğramanız kaçınılmaz olabilir.

Kalbimin merkezinde Allah olmadığını nasıl anlarım?

Kalbinizi her ne dolduruyorsa zihninizi de o doldurur. Bunu anlamanın ilk yolu bunu bilmektir. Sürekli takıntılı bir şekilde düşündüğünüz, endişeye sebep olan, size asla huzur vermeyen, adeta uyuşturucu bağımlılığı gibi olan bir şey varsa hayatınızda, bu zihninizi o şeyin doldurduğu anlamına gelir. Bunu hissedersiniz. Uyanır uyanmaz veya uyumadan önce aklınıza gelmesi, gece sizi uyutmaması, büyük bir korkuya sebep olması, büyük  acılara ve endişelere sebep olması, dualarınızın sadece kendisiyle ilgili olması; tüm bunları birer işaret olarak göreceksiniz. Diğer işaret ise dengeyi kuramamaktır. Dengeli ve adaletli olamazsınız, hayatınızda dengeyi oturtamazsınız çünkü sürekli kalbinizin merkezinde olan şeye doğru meyledersiniz. Örneğin, eğer merkezinizde favori bir çocuğunuz varsa asla diğer çocuklarınız arasında adaleti sağlayamaz, adil olamazsınız.

Eğer kalp, cesedin efendisi ise o zaman her hareketimizi kontrol ettiği söylenen bilinçaltımızın rolü nedir? Bilinçaltı kavramının İslam'da bir yeri var mıdır? Bilinçaltı ile kalbin arasında bir bağlantı var mıdır?

Bilinçaltı da aynı zamanda kalbin kontrolü altındadır. Eğer kalbinizde bir hastalık varsa bu bilinçaltınızı da etkiler. Bilinçaltı, bilinçdışımızı etkiler ve bu da hareketlerimize yansır. Nebi (sav) cesette bir et parçası olduğunu ve bu et parçası düzgün olursa geride kalan her şeyin düzgün olacağını söylüyor. Buna bilinçaltı da dahildir. Şöyle bir söylem var: "Her şey bilinçsiz bir şekilde kafada dolaşan kısacık düşüncelerle başlar. Onları beslediğiniz zaman bilinçli bir hal alırlar. Beslemeye devam ederseniz arzu ve isteklere dönüşürler. Beslemeye devam ederseniz eyleme dönüşürler ve oradan da alışkanlıklara dönüşürler, vesaire." Fakat bunlar da aslında ne tür bir kalbe sahip olduğunuzla alakalıdır. Eğer cömert bir kalbiniz varsa düşünceleriniz bolluk bereketle alakalı olur ve cimrilik etmezsiniz. Yani kalbimizdeki hastalıklar kesinlikle bilinçaltımıza etki edecektir. 

Netfliks, alışveriş, video oyunları gibi bağımlılıklar Müslümanlar için arzularına taptıkları manasına gelir mi? Yahut bunlar küçük bağımlılıklar olarak kontrol altına alınabilirler mi?

Evet kesinlikle bunlar birer bağımlılık olabilirler ama her bağımlılık tedavi edilebilir. Bağımlı olan hiç kimsenin ümitsiz olmasını istemiyorum. Eğer kalbinizde Allah ile beraber başka bir şey varsa bu da tedavi edilebilir. Yani şöyle bir şey yok; "Tamam, ben böyleyim. Paramı çok seviyorum ve bu hastalıkla yaşayıp gideceğim." Her şey tedavi edilebilir. Nebi'nin (sav) söylediği gibi her hastalığa bir şifa vardır. Teknoloji olsun, sosyal medya olsun, hatta bazen pornografi dahi olsun bunların hepsi için bir tedavi vardır. Bu gibi şeylere niçin bağımlı olduğumuzun sebeplerinden birisini söyleyeyim; çünkü içimizdeki boşluğu doldurmaya çalışıyoruz. Kalbimizin merkezinde Allah subhanehu ve teala olmayınca, kalbimizi O'nun sevgisi ve ışığı doldurmayınca, kalp bomboş kalıyor. Kalp boş kalınca ve onu doğru şeyler doldurmayınca da bu kez insan umutsuzca acısını bastırmak için başka şeylere bakınıyor. Dediğimiz gibi kalbin merkezinde başka bir şey olunca bu muazzam bir acıya sebep olur, bu gerçekten çok acı vericidir. Bizler de bazen bu acıyı bastırmak ve onunla başa çıkmak için bizi yatıştıracak şeylere yöneliyoruz.

Çok fazla acı çeken bir kardeşim var, İslam'ın ona yardım edeceğini hissediyorum ama onu nasıl davet edeceğimi bilmiyorum. Kalbin bu durumunu gayrimüslimlere nasıl açıklarsınız?

Bu durum herkes için geçerli çünkü Allah subhanehu ve teala her insanı bu fıtrat üzerine yarattı, sadece müminleri veya Müslümanları değil. Her insan bir kalple ve Allah'ı araştırma arzusuyla yaratıldı. Bizler henüz bedenlerimizi kuşanmamış ve bu hayata gelmemişken Allah subhanehu ve teala her nefse "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" diye sormuştu. Ve Müslim, Gayrimüslim, Budist, ateist, agnostik ve Yahudi de dahil herkes "Evet" diyerek bu hakikate şahitlik ettiler. Müslüman veya kafir, herkes derinlerde Allah'ın gücünü hisseder ve işte bunun adı fıtrattır. Bu, her bir insanın derinlerinde yatan fıtrattır. İnsanın görevi bu fıtratın üzerini örten şeylerden kurtulmaktır. Bizim problemimiz çok fazla çeldirici etkenin olması ve Allah'ı tanımamanın verdiği acı için "ağrı kesiciler" edinmemizdir. Bağımlılık dediğimiz şey aslında Allah'ı tanımamanın yol açtığı ağrıyı bastırmak için kullandığımız şeydir. 

Kalp kırgınlığının üstesinden gelmek için İslami bir metot var mıdır? 

Kısa özetleyeceğim: Mesela bir ilişkiden sonra kalbi kırılan insanlar genellikle acılarıyla en kolay yoldan başa çıkmak için başka birini bulurlar. "Daha iyisini bulmadıkça üstesinden gelemezsin" derler. Biz de bu konsepti kullanalım, hastalıklı ilişkilerden sıyrılabilmenin en kolay yolu daha iyi bir şeyi bulmaktır ve işte bu da Yaratıcı'dır. Dünyaya olan bağımlılıktan kurtulmanın en kolay yolu daha iyi bir şey bulmaktır, o da ahirettir. Yaratıcı ile yaratılmış arasında kıyas dahi olamaz. Bir örnek vereceğim, oyuncak dükkanının önünden geçerken oyuncak Ferrari gören bir çocuğu düşünün. Bu çocuk oyuncak Ferrari'ye adeta saplantılı olur, sürekli onu düşünür, onun hakkında konuşur, onu ister durur. Nihayet o oyuncak Ferrari'yi aldığı zaman eğer onu elinden almaya kalkarsanız şayet, bu hareketiniz çocuğa sanki dünyanın sonuymuş gibi gelebilir. Hiç oyuncağına saplantılı olan bir çocuğun elinden oyuncağını almayı denediniz mi? Felaket gibi bir şey değil mi? Peki bu çocuk gerçek Ferrari'yi gördüğü zaman ne olur? Gerçek halini gördüğü zaman elindeki oyuncağın gitmesine kolayca izin verir. Bizim yapmamız gereken şey de budur. Kalbimizdeki yanlış bağımlılıklardan kurtulmanın en kolay yolu Allah'a odaklanmaktır. Çünkü bu daha mükemmel olan şeyi görmektir. Bu da ahirete odaklanmakla olur. Daha iyi ve uzun bir hayat varken bu dünyaya nasıl bağımlı olabilir, dünyanın bu oyuncak arabalarına nasıl tutkun olabiliriz? Ahiret hayatı gerçek Ferrari'dir işte. Bir kimse kalbinden çakma Ferrari'leri çıkarmak istediği zaman bunu yapması, elinden oyuncağı alınan bir çocuğun duyduğu acı gibi acılı olabilir. Birçok insanın bu yöntemi denediğini düşünüyorum ve bazen bu ters tepip birçok acıya sebebiyet veriyor. Onu kalpten söküp atmaya çalışmak yerine daha iyi bir şey görüp ona odaklanmak, Yaratıcı'nın büyüklüğüne odaklanmak diğer tüm sözde "mükemmelliklerin" albenisini azaltır. Benzer şekilde, eğer ahiretin mükemmelliğine odaklanırsanız, dünyanın sözde güzelliği etkisini yitirmeye başlar. Dünya tamamıyla yan sanayidir, çakmadır. Dünya zaten kelime anlamıyla "düşük, alçak" demektir. Bu hayat kelimenin tam anlamıyla düşük bir hayattır, asıl yüce olansa ahirettir.


ÖNEMLİ: Yasmin Mogahed'e ait bir sohbetin çevirisidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüfek, Mikrop ve Çelik

Su ve Ateş

Something Inside Us