Özdeğer


Bugün ki hutbede benim de sizlerin de hatırlamaya ihtiyaç duyduğumuz, Adem (as)'ın kıssasından bazı önemli dersler paylaşmak istiyorum. Sizinle iblis hakkında konuşmak istiyorum. Yaygın olarak insanlar Allah'ın, Adem'i yarattığına, sonra meleklere secde etmelerini emrettiğine, onların hepsinin itaat ettiğine ama iblisin itaat etmediğine inanır. Bu her insanın aşina olduğu, kıssanın özet versiyonudur. Fakat kıssa bu şekil ele alındığında kaçırdığınız çok öneml detaylar var Kur'an'da. Allah azze ve celle evvela tüm meleklere içlerinde iblisin de bulunduğu sırada onlara çamurdan bir insan yaratacağını duyurdu. Adem (as) henüz yaratılmamıştı ama yaratılacağı duyurulmuştu. Allah celle ve ala Adem'e ruh üflediği zaman meleklere secde etmelerin emretti. Bu konuşmanın ilk etabına odaklanmanızı istiyorum. Allah,  babamızı yaratacağını da yaratılış aşamalarını da açıkladı. Allah celle ve ala evvela onu çamurdan yaratacağını söyledi. Dünyada çamurdan yaratılmış olan tek varlık bizler değiliz. Gezegendeki tüm hayvanlar da çamurdan yaratılmışlardır. Çamur, bizim ve diğer canlıların arasındaki ortak olan elementtir. Ama babamızın ve dolayısıyla da bizim yaratılışımızda çamurdan fazla olarak ek olan bir şey var. Bir hayvanın mevcudiyetinde olan şeyden fazlası var. Bizim hayvanlarla ortak noktalarımız var: Hayvanlar yiyecek ve barınak arar. Bizler de aynı şekilde yiyecek ve barınak ararız. Tüm bunlar bizi eğitim almaya, iş bulmaya iten öncelikli şeylerdir. Günün sonunda bunların hepsi yiyecek ve barınak için indirgenmiş oluyor. Buzdolabında ne var, uygun bir evde yaşıyor musun, elektrik faturası ödendi mi, sular akıyor mu? Biz sadece bunlara erişmek için hayvanlardan daha gelişmiş durumdayız ama günün sonunda bunların aynı basit eylemler olduğu görülüyor. Hayvanlar da doğuruyor, onların da çocukları var ve kendi türlerini devam ettiriyorlar, insanların da yaptığı gibi. Bu bağlamda, hayatın bu akışında bizler hayvanlardan çok da farklı değiliz. Bizler ev inşa ederken kuşlar yuva yapıyor. Biz çıkıp ve rızkımızı arıyoruz, kuşlar da. Fakat Allah, çamurdan olan bu varlığın niçin diğer türlerden farklı olduğunu söylüyor. "Ben onu dengeli kıldığımda": Tesviye aslında bir zanaatı mükemmel ve dengeli yapmak anlamına gelir. Mesela biri kaynak yaparken metalin dümdüz bir şekilde birleştirildiğinden emin olmak ister ve bunun için de ölçüm aletleri vardır. İşte bu tesviyedir. Yani Allah celle ve ala insana eklenecek olan bir denge ve mükemmellik seviyesi olduğunu söylüyor. Bir bakımdan diğer türler fiziksel olarak bizden daha iyi dengede durabiliyorlar. Maymunlar tek kollarıyla asılı durabiliyorlar. Kuşların inanılmaz refleksleri var. Değil mi? Yani burada iki bacağımızın üzerinde durmamızdan çok daha fazlası anlatılıyor. Allah bizlere insanoğlunun eşya arasında denge kurabilecek bir yeteneğe sahip olacağını söylüyor. Onlar ailelerin ihtiyaçları ve kişisel ihtiyaçları arasında dengeli olacaklar. Sosyal ve kişisel sorumlulukları arasında denge kurabilecekler. Hakları ve ödevleri hususunda dengeli olacaklar. Aslında bütün hayatlarında bir dengeye sahip olacaklar. Allah celle ve ala insanoğlunun en mükemmel özelliklerinden biri olarak dengeli bir hayat sürebileceğini söylüyor. İnsan ilk etapta tıpkı diğer hayvanlar gibi yaratıldı fakat daha sonra eşyanın arasında denge kurabilmesi için bu göze çarpan yeteneğe sahip oldu. Bu arada, dengenin bir yönü de; dengenin aslında dürtüler, duygular ve düşünsel süreçlerin arasında olmasıdır. Aç bir köpek bir yiyecek gördüğünde gidip onu yer. Köpek, eyleminin sonuçlarını düşünmez. Bir duygu ve akabinde hemen eylem vardır. Fakat insanoğlu bir şeye bakıp "Bu yasak, bu haramdır" diyebiliyor. İnsanlar eylemlerinin sonuçları hakkında düşünüyorlar. "İşe geç kalıyorsun ve kırmızı ışık yandı." İşe erken gitme dürtünüzü dengede tutabilme yeteneğiniz var. Kurallara bağlı kalmanız ve kırmızı ışıkta durmanız gerekiyor. Diğer türlerin aksine bizler düşüncelerimiz ve duygularımız arasında denge kurabilme yeteneğine sahibiz. Hayvanlar bir dürtü ile hemen harekete geçerler. Fakat bizler sonuçlar üzerine ve uzun vadeli düşünebiliyor, kendimizi tutabiliyoruz. Kur'an'da akla verilen en güzel isimlerden bazıları el hicr ve en nuha'dır. Bunlar bizim aklımızı betimlemek için kullanılan kelimelerdir. Hicr bir kaya demektir ki ileriye gitmek bir bariyer oluşturur. En nuha ise "engelleme, önleme, korunma" demektir. Bizim aklımız bizleri aptalca şeyler yapmaktan alıkoyar. Bazen duygular öyle kabarır ki aptalca kararlar verilmesine sebep olur. Asla söylemememiz gereken şeyleri söyler ve yapmamamız gereken şeyleri yaparız çünkü o anda düşünmüyoruzdur. Çünkü duygularımızın dengeden çıkmasına izin vermişizdir.

Ve daha sonra, tüm bunların akabinde Allah ona kendi ruhundan üfleyeceğini bildiriyor. Ruh, Allah'ın insan için özel olarak tasarladığı bir şeydir. İnsanın içinde yer alacak olan şey işte budur. Bu ruh özel bir ışık olarak diğer tüm hayvanlar ve türlerin aksine insanın içindedir. İnsan bu üçünden yaratılmıştır: Çamurdan, dengeden ve ruhtan. İnsanı inanılmaz kılan şey bu üç bileşendir. Bu üç şey bir araya geldiğinde insan için meleklerin secde etmesi emredilmiştir. Kur'an'da secde hakkında araştırma yaptığınızda bir şey öğreniyorsunuz. Eğer tüm Kur'an'ı tarar ve Allah'ın nerelerde secde hakkında konuştuğuna bakaranız; Allah celle ve ala se muazzam bir şey, bir mucize gerçekleştiğinde secde hakkında konuşmuştur. Sihirbazlar Musa'nın asasının devasa bir yılana dönüştüğünü ve onların sihirlerini yuttuğunu gördüklerinde secdeye kapandılar. Hristiyanlar Rasulullah'ı ziyarete geldiklerinde Kur'an'ın mucizesinden çık fazla etkilendikleri için onu işittiklerinde ağlamışlar ve secdeye kapanmışlardı. Sadece Allah'ın yapabileceği harika bir olay gerçekleştiğinde insan onu çok güçlü bir şekilde hisseder, önünde diz çöker gururunu bir kenara bırakır. Gurumuzun taşındığı alnımız yere kapanır. Tarihsel olarak her kültürde alın, gururun olduğu yerdir. Bu yüzden krallar tacı alınlarına takarlar bileklerinde değil. Tüm kültürlerde tarihsel olarak gururu gösteren şey alında ne olduğudur. Bazı ülkelerin sadece oranın yerlilerinin giydikleri başlıkları vardır. Eğer onları siz takarsanız başınız derde girebilir. Farklı bir renkten giyebilirsin ama o renkten giyemezsin... Bu renk onların rengidir çünkü. Alnımız bizim onurumuzdur, toplum içindeki pozisyonumuzun anlamıdır. Ve tüm bunlar Allah'ın gücünün farkına vardığınızda kaybolup gider. O'nun gücünden ötürü afalladığınızda secdeye kapanırsınız. 

Melekler sadece görüneni değil görünmeyeni de görebiliyorlar. Bize gayb olan Allah'ın arşı, cinler gibi. Bizler dağlara, okyanusa, şelalelere hayran kalabiliriz. Bu biz hayrete düşüren görünen dünyadır. Birisi evreni teleskopla incelediğinde evrenin büyüklüğü karşısında hayrete düşebilir. Görünen dünyaya ek olarak melekler görünmeyeni de gördüler. Allah'ın yaptıkları karşısında nasıl da hayrete düşmüşlerdir.. Bunun da ötesinde, onlar Allah ile doğrudan iletişim kurdular, Allah direkt olarak onlarla konuştu. Onlar bizim gibi değiller ve Allah onlara yaratılan tüm evrenin, göze çarpan gayb ve şehadet aleminin en inanılmaz varlığının insan olduğunu söylüy. Bu varlık o kadar etkileyici ki her bir melek Allah'ın yarattığı karşısında hayrete düşmeli ve secdeye kapanmalı.. Musa (as)'ın asası olayı gerçekleştiğinde birkaç sihirbaz secde etmişti. Kur'an'ı duyduğunda birkaç kişi secdeye kapanmıştı. Adem'in yaratılması olayında ise her bir melek ona secde etmekle emrolundu. Adem'in yaratılması nasıl büyük bir mucize ve nasıl büyük bir mesele.. Nasıl güçlü bir yaradılış.. Bunu düşündüğünüzde, ki Adem henüz yaratılmamıştı, bu sadece bir bildiriydi, neden bu kadar hayrete düşmelisiniz? Bu secdeyi ne hak ediyor? Neden yüzlerini yere kapamalılar? Bu üç şey yüzünden: "Şüphesiz ki balçığın kurumuş çamurundan bir insan yaratacağım. Onu düzeyleyip ruhumdan ona üflediğimde, ona secdeye kapanın." Bu ilan gerçekleştiğinde, iblis de onu duymuştu. Eğer iblis bu ilanı duyduysa Adem'in bu üç aşamayla yaratılacağını da biliyordu. Bu üç şeyi aklınızda tutun. Fakat biz biliyoruz k o secde etmeyi reddettiğinde Allah'a dönüp "Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın, onu dengeledin ve ruhundan üfledin" demedi. O "Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın." diyor. Bu, üç şeyden sadece birisi, değil mi? İki tane daha aşama var ve o da bu iki şeyi biliyor. O tesviyeyi yani insanın dengelenmesini bİliyor. O ayrıca insanın içindeki ruhu da biliyor. Fakat o, Allah'a "..onu çamurdan yarattın" diye söylendiğinde sanki diğer iki şeyden haberi yokmuş gibi davranıyor. Ama haberi var. Bu kısa hutbede altını çizmek istediğim nokta burası: İblis bildiği bu iki şeyi inkar ediyor. Eğer bu iki şeyi kabullenirse o zaman bu varlığın ne kadar inanılmaz olduğunu da kabul etmek zorunda kalacaktır. Fakat o sadece "çamuru" kabulleniyor. Eğer o sadece çamuru onaylarsa o zaman ona göre Adem ile bir atın arasındaki fark nedir ki? Adem ile bir ineğin ve bir maymunun arasında ne fark kalır? Onlar da yemek yiyor, o da yiyor. Onların da barınağı var, onun da var. Onlar da çocuk sahibi oluyor, o da. O sadece evrimleşmiş bir hayvan, hepsi bu.. Yani iblis, varlığımızın iki bileşenini bile bile inkar ediyor. Eğer diğer ikisini de kabul ederse Allah'ın yarattığı bu şeyin yüceliğini de kabul edecektir. 

İblis, insanlıktan nefret ediyor. Bize bu pozisyonu verdiği için Allah'ı suçluyor. O sadece Adem'i (as) saptırmak istemiyor. Eğer Adem'den nefret ediyorsa, o cennetten çıkarıldı zaten. O halde "Oh şimdi daha iyi hissediyorum, öcümü aldım" derdi. Hayır, o daha iyi hissetmiyor. Şimdi Adem'in çocukları olduğunu, birçok ailenin, ve onların da birçok çocuklarının olduğunu biliyor. O insanları her zaman mahvetmeye devam ediyor ve içindeki öfke kaybolmuyor. Öç aldıktan veya yıkıp geçtikten sonra daha iyi hissetmiyor. Peki insanlığı nasıl kırıp geçiriyor? O bizi mahvetmek için birçok şey biliyor. Fakat onun bunu gerçekleştirmek için yaptığı en önemli şeylerden birisi, bu ayetten öğrendiğimiz şey olarak; İblis insanların kendilerini değerli olarak bilemelerini istemiyor. Ve onun en büyük başarılarından birisi beni veya seni değerli olmadığımıza ikna etmektir. Öz değer, kendinize değer vermeniz, kendinize bir insan olarak saygı duymanız şu an dünyadaki en büyük krizlerden birisi. Sosyologlar, psikologlar, aile danışmanları kendilerinde bir değer görmeyen insanların kriziyle karşılaşıyorlar. "Bir işim vardı, şimdi emekli oldum, kimse benim fikirlerimi önemsemiyor, ben değersizim, sadece evde gün boyu oturuyorum, oğlumun işi var, kızım üniversiteye gitti ve ben sadece işe yaramazın tekiyim, herkesin sırtına yüküm." Evde oturmuş ve tamamiyle değersiz olduğunu düşünen yaşlı bir adam var. "Tek yaptığım şey mescide gidip gelmek ama içimdeki bu değersizlik hissiyle yaşıyorum. Ölsem daha iyi olur.." Bunlar o yaşlı adamın düşünceleri ve bazen dile bile getirmiyor. Bu değersizlik hissiyle yaşayıp gidiyor. Genç olan kimseler de bu değersizlik hissiyle yaşıyor. "Kardeşim mezun oldu, kuzenim iş buldu, herkesin hayatı yolunda gidiyor, şu kimse evlendi. Bir de bana bak, hiçbir şeyim yok. Bunların hiçbirini başaramadım, birçok yılımı heba ettim. Bunu yapmalıydım, şunu yapmalıydım. Herkes beceriksiz olduğumu söylüyor, o zaman ben bir beceriksiz olmalıyım." İblis ne yapmak istiyor? Etrafındaki insanların seni değersiz hissetmene yol açacak şeyler söylemelerini istiyor. O insanlar bunu yaptıklarının farkına bile varmıyorlar.  Fakat siz "Evet, belki de değersizim, çokta büyük bir mesele değilim, ben bir hiçim" dediğiniz zaman bu etkiyi üzerinizde yaratmış oluyorlar. Bir kez içinizde bu düşük benlik saygısını yeşerttiğinizde, "Eğer başkaları bana değer verirse değerli olabilirim" düşüncesine kapılıyorsunuz. "Eğer başkası beni onaylarsa bir değere sahip olabilirim. O zaman bir fotoğrafımı çekeyim, her bir filtreyi uygulayayım, daha sonra paylaşayım sonra da birinin onu beğenmesin bekleyeyim.. Ohh işte şimdi değerliyim. Ama işte gene değersizim çünkü iki gündür bir şey paylaşmadım. Sahalara geri dönmeliyim. Tekrar değerli hissetmeye ihtiyacım var.." Kendinize yeteri kadar değer vermediğinizde her zaman başkasından gelecek olan değeri ararsınız.  Benlik saygınız düşük olduğunda hiçbir hakkınızı savunamazsınız. İnsanlar üzerinize üzerinize yürür, siz aşağılar ve siz kendi kendinize "Ah evet, bunu hak ediyorum. Her halukarda pisliğin tekiyim. Ben daha beterini hak ediyorum." dersiniz. Ve bunları bir süre duymaya devam ettiğiinizde onları içselleştirirsiniz. Çünkü insan, ilk etapta reddetse bile eğer bir şeyi belli bir süre duymaya devam ederse ondan etkilenmeye başlar. Kendi değerinizi de bu şekil görmeye başlarsınız. Sadece başkalarına değil kendinize karşı da bir nefret duyarsınız. Ve içinizdeki bu "Benim fikrim önemsenmiyor, herkesinki önemseniyor. Sesim iyi değil, başkalarınınki daha iyi. Varlığım bir yük, kimseye bir şey sunamıyorum." düşüncelerini büyüttüğünüzde bu şeytanın büyük bir zaferi olmuş olur. Çünkü şeytan diyor ki "Evet evet kesinlikle öylesin, ne dengesi ne ruhu, sen sadece pisliksin." Ama Allah ne yaptı? Sen ve ben daha dünyaya gelmemişken bize verilen şeyler sebebiyle (bedenlerimizin yaratılması, onun akabinde tesviye ve onun da üstünde olarak bizlere ruh üflenmesi) Allah bizleri yarattığı tüm şeylerden onurlu kıldı. Allah'ın tüm yarattıkları bizi mucize olarak gördüler ve tüm melekler secde ettiler. Göklerdeki melekler senden etkilendi de sen kendinden etkilenmedin.. Değersiz olduğunu düşünüyorsun. Allah, Kur'an'da "Biz Ademoğullarını şerefli kıldık." diyor. Bu ayet bana başkalarının onayına ihtiyacım olmadığını öğretiyor.

Kendinize değer verdiğinizde eleştiri almak artık aşağılanmak gibi gelmiyor. Allah'ın  verdiği değerin farkına varınca düzeltilmeyi ve eleştirilmeyi gelişmek için bir fırsat olarak görüyorsunuz. Bu meselenin bir tarafı: biz kenimize değer veririz. Ama iblisin birçok taktiği var. Meselenin başında "dengeden" bahsettim. Allah'ın bize verdiği şeylerden biri de dengedir. Bizler hızlıca onaylanmak istiyoruz. Sosyla medya çevresinde olan şeylerden biri de öz sevgi, öz saygı, öz değer gibi meseleler ortaya çıkınca "Sen harikasın, en iyisi sensin, sen, sen, sen.." gibi söylemlerin zuhur etmesi. Bu kez de "Evet, ben muhteşemim" denmeye başlanıyor. Bazı ebeveynler bunu "En iyi sensin, sen prensessin" diyerek çocuklarına yapıyor. Bizim değerli oluşumuz bizleri Allah'ın önünde mutevazı yapan şeydir. Allah bana böylesine yüksek bir pozisyon verdi ki onu eyleme dökeyim. Bunun için bir örnek vermek istiyorum. Düşünün ki pek de kendinizi iyi görmeseniz de bir işe başvurdunuz. Size dönüş yaptılar ve sizi yönetici pozisyonuna istiyorlar. Kendinizi tanıyorsunuz ve bu pozisyon için kalifiye olmadığınızı biliyorsunuz. Fakat öyle ya da böyle bu pozisyona getirildiniz. Kafanızda hangi düşünceler döner? Şöyle mi düşünüyorsunuz: "İşte patron burada, seyredin bakalım, o benim koltuğum." Veya şöyle mi: "Çok yüksek bir pozisyona getirildim. Buna göre davransam, daha çok öğrensem iyi olur." Diğer yandan çabalamaksızın büyük bir pozisyona gelen biri "Yapacak başka ne var, zaten bu pozisyondayım. Şimdi bu pozisyonda olmaya herkese yukardan bakabilirim." diyebilir. Bu aslında kibrin bir gerçeğidir. Bir yandan kendimize değer veriyoruz, evet,  ama aslında Allah'ın bize verdiği potansiyel ve yeteneğe değer vermeliyiz. Direkt Allah'ın verdiği şeylere değer vermemeliyiz, O celle ve ala başka herhangi birine de verebilir. Verilen şeyler geri alınır. Fakat Allah'ın nezdinde değerli olan şey bizim kendi çabamızdır. "İnan ancak çabasının sonucunu elde eder.", hepsi bu kadar. Tüm mesele bundan ibaret. 

Peki öz güven ile eziklik arasındaki denge nedir? Çünkü çok fazla özgüven kibre dönüşebilir. Çok fazla tevazuyla ise "Ben bir hiçim" demeye başlarsınız. Buna İslami camiada gördüğüm  bir örnek vereyim: Yıllar önce üniversitedeydim, neredeyse hiç Müslüman yoktu. Beş veya altı tane Müslüman genç vardı. Binlerce mil ötede olanlar haricinde mescid yoktu. Kendi başlarına Cuma namazını kılıyorlardı. Onlardan birisi Kur'an hafızıydı. Yani belli ki biraz hazırlık yapmak, hutbe verebilmek için biraz çalışmak, namaza imamlık etmek ona düşüyordu ama yapmadı. Gidip "Neden hutbe vermiyorsun?" diye sorduğunuzda "Kardeşim ben beyhude biriyim, Allah'ın nezdinde bir değerim yokken nasıl Rasulullah'ın minberinde durabilirim çünkü ben biliyorum ki ulemanın ayağındaki kir bile olamam" diyerek size tüm bu alçakgönüllü konuşmayı yapardı. Ben de ona dedim ki "Eğer sen kıldırmazsan bu adam İngilizce olarak kıldıracak. Adım atmalısın kardeşim. Senin bir pozisyonun var. Bu bir kibir değil. Özgüven ihtiyacı ile kibri birbirine karıştırıyorsun. Bu özgüven göstermen gereken bir zaman." Şimdi hutbeyi verdiğini düşünün, biri gelip bu hafta bir alimin olduğunu söylüyor ve o da cevaben "Niçin benim yerimi alıyormuş?" diyor. İşte şimdi bu kibir oldu. Özgüven ile eziklik arasında muhakkak kurulması gereken bir denge vardır. Ruhsal olan şeyler de vardır, maddeci olan da. Özgüven de vardır eziklik de. Her zaman aralarında bir denge var. Allah'ın bir yandan çamurdan ve diğer yandan ruhtan bahsetmesi dikkat çekici . Bunlar iki zıttır. Ve tam ortalarında da dengeden bahsediyor. Tüm hayatımız bu dengeyi bulmak için, diğer insanlardan dilenmemek için kendimizdeki gerçek değeri bulmak için, Allah'a sunduğunuz şeylerle değer kazanmaya çalışmak için çaba sarf etmekle geçmeli. Eğer emekli olmuş yaşlı bir adamsanız ve dünyaya verecek bir şeyinizin olmadığını düşünüyorsanız, düşünmeyin.. Her birimiz ölene kadar öğrenci kalacağız. Öğrenmeyi durdurmanız gereken bir yaş yoktur. Ne kadar öğrenirseniz kendinizi o kadar zenginleştirirsiniz ve kendinizi ne kadar zenginleştirirseniz, etrafınızdaki dünya da doğal olarak o kadar zenginleşmiş olacaktır. Sunabileceğiniz birçok hikmet, verebileceğiniz bir çok şey olacaktır. Sizinle son olarak şunu paylaşayım: Geçenlerde yıllar önce emekli olmuş olan yaşlıca bir adam vefat etti. Evinde oturup tüm vaktini çalışarak ve öğrenerek harcıyordu. Ve ölünce çocukları ve torunları onun okumalar yaptığını ve hikmetli sözler söylediğini anımsamışlardı. Küçücük bir hikmetli söz belki senin torununun hayatını değiştirecek, bilemezsin. Hiçbir iyilik, hiçbir çaba, hiçbir insan değersiz değildir. Allah'ın sizlere bahşetmiş olduğu  değeri kendinizde bulun. Allah bize kendimize değer vermemizi, değerimizi görmemizi nasip etsin, şeytana beni ve sizi değersiz biri gibi göstermesine ve öz değerin kibre dönüşmesine izin vermesin.

ÖNEMLİ: N. Ali Khan'ın bir hutbesinin çevirisidir.








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tüfek, Mikrop ve Çelik

Su ve Ateş

Something Inside Us