Hüsn-ü Zan
Kutsi bir hadiste Allah subhanehu ve teala bize şöyle der: "Ben kulumun zannı üzereyim." Bu çok derin bir ifade. Bu ifade hayatımızı değiştirebilir çünkü Allah kendisinin bizim zannımız üzere olduğunu söylüyor. Bizler Allah subhanehu ve teala hakkında güzel düşünen insanlar olmak zorundayız. Allah'ı tanımak açısından çok basit bir konu hakkında konuşmak istiyorum ki bu konu bir insana tüm hayatını yönlendirmesi hususunda yardım edebilir. Bu konu Allah hakkında hüsn-ü zanda bulunmaktır. Hüsn-ü zan ise Allah subhanehu ve teala hakkında olumlu bir düşünce yapısına sahip olmak, Allah'tan her zaman olumlu ve iyi olanı ummak manasına gelir. Bu konsept ve ne anlama geldiği, devamında ise bunu nasıl hayatımıza geçirebileceğimiz ve hayatımızdaki etkileri hakkında konuşmak istiyorum.
Size bir analoji vereyim. Annenizin sizi bir yerden almaya geldiğini hayal edin. Arabaya biniyorsunuz ve anneniz arabayı sürmeye başlıyor. Nereye gittiğinizi anlayamadığınızdan ötürü ona nereye gittiğinizi soruyorsunuz. O da "Sadece bekle, göreceksin." diyor. Bu durumda kaçınız çok korktuğu için polisi arar? Bu durumda polisi arayacak olan kimse var mı? "Annem beni nereye götürüyor bilmiyorum, çok korkuyorum, bence bana zarar verecek" diyen birisi var mı? Peki neden korkmadınız? Çok basit bir cevabı var: Çünkü annenize güveniyorsunuzdur. Nereye gittiğinizi bilmediğinizi vurgulamak istiyorum. Nereye gittiğinizi bilmiyorsunuz ama sürücüye güveniyorsunuz. Annenizin size zarar vermeyeceği hususunda güveniniz tam. Bu güven sayesinde rotayı bilmeseniz de annenizin size zarar vermeyeceğine inanıyorsunuz. İşte bu hüsn-ü zandır. Birçoğumuz annemize karşı hüsn-ü zan besleriz, onun bizim için en iyi olanı istediğini biliriz. Ve bu güzel düşünceler sayesinde bizi nereye götürdüğünü bilmesek bile panik yapmayız. Peki Allah subhanehu ve teala hakkında ne yapmamız gerekiyor? Allah, bizim hayatımızı idare eder, hayatımızda bizi bir yerlere götürür. Fakat birçoğumuz bizi nereye götürdüğünü bilmediğimiz an panik yaparız. Bu panikleme, bu kaygı Allah'a yeterince güvenmediğimiz ve O'nun hakkında olumlu düşüncelere sahip olmadığımızdandır. Belki hayatınızda hiç ummadığınız dönemeçler oldu, asla istemediğiniz rotaya doğru yol aldınız. Tüm bunlara rağmen eğer Allah subhanehu ve teala hakkında güzel düşünceleriniz varsa O'nun size zarar vermek için bir şey yapmayacağını umarsınız.
Başka bir analojiye değineceğim: Hiç doktora gittiniz mi? Elbette hepiniz bir defa bile olsa doktora gitmişsinizdir. Doktora gittiğinizde doktorun size çok ciddi bir rahatsızlığınızın olduğunu ve operasyon geçirmeniz gerektiğini söylediğini hayal edin. Operasyon hakkında bir bilgiye sahip değilsiniz, öyle değil mi? Fakat doktor size gelip hastalığınızdan ötürü ameliyat etmek zorunda olduğunu söylediğinde cevabınız ne olurdu? Kaçınız ameliyat hakkındaki bilgisizliğine rağmen şu cevabı verirdi: "Operasyon sırasında uygulanacak her bir prosedürü bilinceye kadar bana bir şey yapamazsınız.." Bu cevap cahilce bir cevap değil mi? Ameliyat hakkında asla bir bilginiz yok, doktor ise yirmi yıl boyunca okumuş, üstüne bir de yirmi yıllık bir deneyimi var ve kalkıp "Beni anlamanız lazım.." diyorsunuz. Allah subhanehu ve teala da hayatımızda icraatlerde bulunur ve operasyonlar gerçekleştirir. Her nasılsa birçoğumuz her bir detayı bilmek zorundaymışız gibi düşünüyoruz. Fakat bu kez doktorun değil Tanrı'nın icraatlerine karşı bunu hissediyoruz. Bu cahillik değil de nedir? "Neden Tanrı'm?" sorusunu seviyoruz. Neredeyse "Tanrım, onu yaratmadan önce bana bir açıklama yapmalısın." diyecek oluyoruz. Size bu örneği bu durumun ne kadar komik ve cahilce olduğunu göstermek için verdim. Allah subhanehu ve teala ne yaptığını biliyor, bunu anlamamız lazım. Allah'ın isimlerini araştırdığınız zaman El-Alim ve El-Hakim isimlerini görürsünüz. Yani Allah her şeyi bilir ve yaptığı her şeyi hikmet üzere yapar. O her şeyi duyar ve her şeyi görür. Bu kez aciz olan anneniz ve aciz olan doktorunuz hakkında konuşmuyoruz. Kendisi için hiçbir sınırın bulunmadığı bir zat hakkında konuşuyoruz. Her şeyi bilen ve her istediğini yapabilen bir zata bile bu tür soruları yöneltebiliyoruz. Kendimizi, O'na hesap sorabileceğimiz bir seviyede görüyoruz. Olayları anlamamız gerektiğini düşünüyoruz, kanıt istiyoruz. Lakin cerrah örneğine dönecek olursak, o size ameliyat olmanız gerektiğini söylediğinde ona bir hasta olarak ne yanıt verirsiniz? "Ne yapılması gerekiyorsa yapın, size güveniyorum.." dersiniz. Ona "Evvela anlamam gerekiyor." demeye cüret edemezsiniz çünkü anlayamayacağınızı biliyorsunuzdur. Allah subhanehu ve teala Kur'an'da bize şöyle der: "Hoşlanmadığınız bir şey belki sizin için hayırlıdır." Hiç hayatınızda hoşlanmadığınız bir şey yaşadınız mı? Kaçınız başınıza gelen bir olaydan ötürü üzüldü? İstediğiniz okula gidemediniz, istediğiniz bölümde okuyamadınız, istediğiniz biriyle evlenemediniz... Kaçınız elinden kaçırdığı şeyin aslında onun için hayırsız olduğunu sonradan anladı? Belki şu an değil ama Allah sizi nasıl kurtardığına dair küçük bir şey görmenize daha sonra izin verir. "Olur ki siz bir şey seversiniz ama o aslında sizin için şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz." İşte önemli nokta burası. Burası tekrar mutevazı olmamız, kendimizin ve Allah'ın farkına varmamız için dönüp bakmamız gereken yer.
Cerrah örneğine yeniden dönecek olursam, cerraha güvenmiyor oluşunuzun iki nedeni olabilir: İlki onların gerçekten tıp okuduklarından emin değilsinizdir. Bu durumda doktorun bilgisine güvenmediğiniz için panik olursunuz. Peki, doktorun tıp okuduğunu fakat sadece para peşinde olduğunu düşünün. Aslında ameliyata ihtiyacınız yok ama doktor daha fazla para kazanmak için sizi ameliyat etmek istiyor olsun. Bu doktora güvenebilir misiniz? Eğer sizinle ilgilenen doktora güvenmezseniz, yine panik olacaksınızdır. Yani ameliyat hakkında endişeye kapılmanızın iki nedeni vardır, ya doktorun ilmine güvenmiyorsunuzdur ya da niyetine..
Şimdi Allah subhanehu ve teala'yı tanıyalım, ki O, bu örneklerden yücedir. Allah'ın ilmine güveniyor musunuz? Allah her şeyi biliyor mu? Bu soruları kendinize sorun. İmanınız az olsun çok olsun cevabınız "Evet" olacaktır. İşte bu bizim O'na güvenebileceğimize dair ilk kriterdir. Diğeri ise niyettir. Allah'ın sizin iyiliğinizi istediğine gerçekten inanıyor musunuz? O'nun sizinle en yakından ilgilenen zat olduğuna derinden bir inanç duyuyor musunuz? Ya da bir ihtimal de olsa sizi inciteceğine dair korkunuz var mı? Hatırlayın, annenizin sizi inciteceğini aklınızın ucundan bile geçirmemiştiniz. Değil mi? Peki Allah'ın size karşı en ilgili ve yumuşak davranan zat olduğuna inanıyor musunuz? Bu gerçekten üzerine derinlemesine düşünülmesi gereken bir soru. Allah subhanehu ve teala bir annenin evladına olan merhametinden daha fazla bizlere karşı merhametlidir. Ama annemize güven konusunda sıkıntı yaşamıyoruz.
Hayatımızda bizi yaralayan olaylar yaşadığımızda, anlayış seviyemiz nasıl tepki vereceğimize sıklıkla etki ediyor. Altı aylık bir bebeği düşünün, bu bebeğe aşı yapılacak. Bu aşının içinde ilaç olmasına rağmen bu bebeğin aşıya vereceği tepki nasıl olur? Bir bebeği aşıya götürdünüz mü? Ağlıyorlar, çığlık atıyorlar, vuruyorlar ve sinirleniyorlar. Peki ona aşı yapan doktora karşı ne hissediyorlar? Ona da kızıyorlar. Peki on yaşındaki bir çocuğu düşünün. Bu çocuğa açıklama yapabilirsiniz, değil mi? "Aşı olacak ve daha iyi olacaksın inşaAllah, üzgünüm biraz acıtacak ama iyileşeceksin, daha güçlü olacaksın", diyebilirsiniz. Çocuğun buna karşılık tepkisi ne olur? Evet, belki doktorla dost olmaz ama aynı zamanda onu yumruklamaz da, sabreder. Üçüncü örneğimiz ise bir yetişkin. Bir yetişkin, olan bitenin tamamıyla farkındadır. Bu kimse doktora gidip aşı olduğunda ne söyler? "Teşekkür ederim doktor.." Bu kimse tamamen minnettardır. Ama acı çekmemiş miydi? Bu üç senaryonun arasındaki farkı görüyor musunuz? Üçü de aynı acıyı duymuşlardı ama her birinin tepkisi farklı oldu. Çünkü olaya bakışları ve anlayışları farklıydı. Buna basiret denir. Basiret, görebilme kabiliyeti, anlayış anlamına gelir. Anlayışı daha yüksek olan daha başka bir tepki verdi. Bebeğin acıya dair bir basireti yoktu. Birçoğumuzun da tepkisi bu bebek gibi oluyor. Öfkeleniyoruz ve öfkemizi bazen direkt olarak Allah'a yöneltiyoruz. "Bunu bana nasıl yaparsın, bunu benden nasıl alırsın, bunu bana nasıl vermezsin, onun için aylardır yıllardır dua ediyorum, niçin hala vermiyorsun, neden ben, bu adil değil.." Tüm bunlar acısına rağmen aşının aslında bir tedavi olduğunu anlamayan bir bebeğin tepkisi gibi.
On yaşındaki çocuk hakkında konuşacak olursak, onun davranışı sabrın bir örneğiydi. Çünkü sabır biz müminler olarak hayata karşı vereceğimiz minimum tepkidir. Can yaksa bile, Allah hakkında şikayette bulunmayız. Acıyı hissetsek de Allah'ın takdirine karşı sabırlı oluruz. Bu arada Allah'a şikayette bulunmak ile Allah hakkında şikayette bulunmak farklı şeylerdir. "Neden ben, bu adil değil, bunu bana nasıl yaparsın" cinsinden sözler, öfke ve kabullenememe sabrın zıttı olan durumlardır. Bu tür tepkilerden kaçınmamız gerekir. Eğer bu türden tepkilerimiz varsa bu durumu düzeltmemiz gerek. "Her şeyi mahvettim, hiç sabrım kalmadı, vazgeçiyorum." demeyin. Her zaman umut vardır. Yaşadığınız müddetçe ıslah için her zaman bir umut vardır. Buradasın, şu an işitiyorsun ve halledebilirsin. Allah'tan sabırlı olmanız için size yardım etmesini isteyebilirsiniz. Yetişkin örneğimize gelecek olursak, bu kimse büyük bir anlayışa/basirete sahipti. Bu yüzden tepkilerin en yücesi olan "rıza" ile karşılık verebildi. Rıza, Allah'ın takdirine tamamen mutmain olarak karşılık vermektir. Bu türden bir basirete sahip olursanız rıza ile tepki verir ve teşekkür edersiniz. Hayatınızda yaşanan bazı şeyler var ki sonlanmasını istiyor, asla olmamış olmalarını diliyorsunuz. Ama daha sonra dönüp arkanıza baktığınız zaman Allah'a teşekkür edeceksinizdir.
ÖNEMLİ: Yasmin Mogahed'e ait bir sohbetin çevirisidir.
Yorumlar